İşte röportajdan öne çıkan satırlar:

1- Başarıları sizi şımartmadan taşırsanız, başarıyı büyütebilmek için çok çalışırsanız mutlaka bir yere geliyorsunuz.

2- Ben durup dururken tesadüfen antrenör olmadım. Futbolu bıraktım, antrenörlüğe başladım. Ben hazırdım zaten!

3- Sahamız topraktı. İdman yapacağız ama Almanya’dan gelen o eldivenleri parçalarım diye Zonguldak işçilerinin eldivenini aldım.

4- Çalışırken işçi gibi, düşünürken usta gibi olacaksın.... Bu da yetmez, bir de ruhunu vereceksin! O zaman sanatçı yani yıldız fubolcu oluyorsun.

Hocam, öncelikle bize ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederiz. Tekrar hem Avrupa’da  hem de Süper Lig’te başarılar diliyoruz. 1979 yılında Trabzonspor kalesinde bir rekora imza attınız. Ve halen de bu rekor kırılamadı, sanırım kırılması da çok zor. (1112 dakika gol yememe rekoru) Ve aynı sezon yalnızca 6 gol gördünüz kalenizde. Bu başarının en büyük payı sizde ama takdir edersiniz ki defansla yakaladığınız uyum da çok önemliydi. Peki bir kaleci özellikle önündeki defansla uyumu nasıl sağlamalı, siz nasıl başardınız? Yetişen kaleci adaylarına önerileriniz neler?

Kalecilik öncelikle farklı bir mevkii... Yalnız adamsınız... Formanız da farklı, görevleriniz de farklı. Saha içerisinde herkesin her alanı dolaşabildiği bir yerde kaleci aynı alanda sınırlı kalabiliyor. Önemli olan sabırlı bir şekilde, çalışarak takımın bir parçası olduğunu unutmadan, ekip ruhu içerisinde görevini yapmaktır. Dediğiniz gibi savunma uyumu olmadan, takım uyumu olmadan başarı olmaz. Tabii, her mevkii kendi bölümünde; orta saha, defans nasıl önemliyse kaleci de önemli. Hepsinin birbiriyle uyumu da çok önemli. Ama önce kendine çok iyi bakman lazım, kendini iyi çalıştırman lazım. Bizim o dönemlerde başarılarımız, kendimizi geliştirmeye, işimizi sahiplenmeye ve çok çalışmaya bağlıydı. O günün şartlarının imkansızlığı, bugünün şartlarına göre çok olmasına rağmen biz çalışmayı bırakmadık, mesleğimizi sevdik ve bunun gereklerini yapmaya çalıştık.

TRABZON ŞEHRİ BİZİ KORUDU

Ben kalecilik eğitimi görmeden kalecilik yaptım. Hiç bir şikâyetim olmadı. Kendimi çalıştırarak geldim, bazen bana yardımcı olan hocaların desteğiyle geldim, bir de şansımız tabi. Trabzon’da çevre içerisinde şartlar bizi kontrol ediyordu. Yanlış yapma bakımından onlar engel olmuştu. Ekonomik olarak büyüme için de ihtiyacım vardı, sosyal olarak toplumda yer edinmek için buna ihtiyacım vardı. Ancak bir de futbol keyif olayıydı. Mahalle arasında keyif olarak oynadığımız oyunu profesyonelliğe geçişte de aynı keyifle yapmaya çalıştık. Karşılığında para ve unvan da gelince tadından yenmez (gülüyor)... Öyle olunca da sahiplendik bunu...

BEN HEP AYNI ŞENOL GÜNEŞİM

Tüm bu başarılara rağmen biz işimizi hiç unutmadık. Yani sonuçta ne olursa olsun, işimi iyi yapmak durumundaydım, öyle yaptım. Bugün de aynı şeyi yapıyorum. O günkü felsefemle bugünkü felsefem farkı değil. Bugünkü profesyonellik kavramlarını gençlik yıllarımda hiç bir eğitim görmeden, örnek görmeden de yapmaya çalıştım. Bunda tabii Vefa’da Erden ağabeyi kullandım, Vefalıydı Erden ağabey... O çok önemliydi... İstanbul’a geldi, bizim mahallenin büyüğüydü. Zaten onların vasıtasıyla kaleciliğe başlamıştım. Ben aslında forvette oynuyordum, öndeydim yani. İlker ağabey kaleciydi, o da santrafordu. Ben onların yaş grubuna göre daha küçüktüm... İyi oynadığım için büyüklerin kalesine geçtim, mahalle arası maçları geçtikten sonra 15 yaşında bana lisans çıkarttılar. Ergun ağabey Vefa’da oynarken yazın gelir, turnuvalara katılırdı. Benim için idoldü o zaman! O hevesle İstanbul’da ne Fenerbahçe, ne Galatasaray hiç birini görmedim. Hiçbirine hayranlığım olmadı ama hep takip ettim.

KALECİLİĞİ SEVMEZDİM

Örneğin Lefter’in Trabzon’a gelişi var Ordu Milli Takımıyla, hiç unutmam... Lefter geliyor dediler. Sonra Yusuf ağabey geldi yine Ordu Milli Takımından. Lise 1’deydi, henüz lisansım yeni çıkmıştı. Yani hem lise takımında hem de Erdoğdu takımı vardı Trabzon’da iki maçta da ona karşı oynadım. Benim için ayrı bir heyecandı. O dönemlerden geçti. O zaman yokluk içerisinde büyüyen bir insan olarak kendime hedef seçtiğim ağabeylerin de katkısıydı. Bugün Rasim var Borsa’nın sahibi, o da Zekeriya ağabeyle Yeşilspor takımında oynuyordu. Onlar benden 3-4 yaş büyüktü, o da iyi futbolcuydu. Yani tarafımdan futbol çok sevilen bir olaydı ama ben kaleye geçmeyi asla sevmiyordum. Hatta amatör olarak lisans çıkarttım oynadım. Yine mahalle arası maçlarda önde oynuyordum. Trabzonspor’da antrenmanda yine önde oynuyordum ama maçlarda kaleye geçerdim. Hep öyleydim ben sevmezdim, herkes bilir bunu yani! İşimi çok iyi yaptığımı düşünüyorum. Bütün bu eksikliklerden şikayetim olmadan mesleğimi yapmaya çalıştım. Karşılığında Allah da yardım etti. Ama dediğiniz çok doğru, ekip ruhu içerisinde herkes görevini, yerini bilecek. Başarılar sizi şımartmadan taşırsanız, başarıyı büyütebilmek için çok çalışırsanız mutlaka bir yere geliyorsunuz.

Teknik adam olarak öğretmenlik yanınız da var. Bunu da biraz açabilir misiniz?

Tabii çok katkısı var. Bütün mesele sorunlardan şikayet etmek yerine, onları çözüm yaparak düzeltmek. Örneğin, fakirlik var... Ben 50 lira ek prim aldım, babama verdim. Çanta alacaktım, 25 lira istedim ondan... İlk param benim o! Çantam yok, malzeme taşımak için, düşün yani...Yaşım 14, idmana gideceğim. Eve para getirdim. Kendim harcamadım, babama getirdim, baba evin reisi... Daha sonra evin reisi ben oldum. Evi yönettim 17 yaşında... Ekonomik değerlerle kendimi geliştirmek zorunda kaldım, aynı şekilde eğitimime devam ettim. Öğretmen olduktan sonra, öğretmenliğin verdiği rehberlik, yol gösteren insan yapısında değerler vardı. Yani futbolun eğitim süreç biliyorsunuz ülkemizde her zaman sıkıntılıydı. Şimdi kısmen yapılıyor, daha iyi durumda yani hem tesisler hem eğitim iyi ama oradaki eğitimin bana çok katkısı oldu. Öğrenci, öğretmen ilişkileri, toplum ilişkileri, işin sosyal ve psikolojik taraflarında çok büyük katkılar... Yoksa ben durup dururken tesadüfen antrenör olmadım. Ben futbolu bıraktım, antrenörlüğe başladım. Ben hazırdım zaten!

TEK BAŞINA OLMAZ!

Bir genç oyuncu 18 yaşında hazır olabilir ya da olmayabilir. Bu yaşla ilgili değildir. Bizde Türkiye’de 25 yaşında daha hiç bir şey bilmeyen oyuncu var! Ama 16 yaşında her şeyi bilmesi gerekiyor diyoruz. Eksikler var, onun için genç yaşlarda eğitim yapılması lazım. Ama eğitim sadece teknik olarak eğitim değil, fizik olarak eğitim değil. Sosyal, psikolojik, insan ilişkileri olarak... Bütün bunların iyi olması gerekiyor. Trabzon’da yetişirken biz asfaltta, sahanın kenarında koşular yaparak maçlara çıktık. Hiç bir teknik eğitim görmüyorduk. Kaleci eldivenim dahi yoktu benim! Sevgili Engin Verel de çok iyi hatırlar, Erhan, Almanya’dan malzeme getirirdi. Sevindik, Adidas’tan malzeme geldi diye... Ben eldiven hayatta görmezdim. Onların eldiveni yumuşak ve pahalıydı... Toplar yırtılıyor. O zaman tabii toprak saha... O zaman üniversitenin altında bir saha vardı, topraktı, idman yapacağız. Ama o eldivenleri kullanamam diye  Zonguldak işçilerinin eldivenini aldım. Niye? Eldivenim yıpranmasın! Onunla top tutulur mu? Tutulmaz ama olsun! Biz bu dönemlerden geçtik. Şimdi bütün imkanlar var ama o ruhu, o yapıyı veremiyoruz. Yani şunu söyleyeyim, çalışırken işçi gibi olacaksın! Yani çalışırken işçi, işi bilmek olarak usta gibi... Hem işçilik yapacaksın hem ustalık yapacaksın . Bu da yetmez, bir de ruhunu vereceksin! O zaman sanatçı olursun, yıldız olursun. Yani işçi gibi çalışıyorsun, usta gibi düşünüyorsun bunları birleştiriyorsun, ama yetmez ama sanatçı yani yıldız futbolcu olmak için ruhunu katman lazım. Yani çok yetenekli futbolcusun, çok çalışıyorsun yine yetmez sana bir de ruhunu vereceksin ve veren yani oynatan adam olman lazım. Veren ve oynatan adam olman lazım. Tek başına olmaz!  O zaman büyüyorsun. Bunları nasıl anlıyorsun? Yaşayarak geldiğimi söylüyorum. Ama bunları kitaba koyup nasıl oynarsın o başka bir şey. Teorik olarak okursun ama pratik olarak hayata geçirmen lazım.

EĞİTİMCİNİN EĞİTİLMESİ GEREK!

Altyapıya eski oyuncu getirilip, hadi sana bin lira para veriyorum, dur burada diye alıyorsan zaten başta kaybettin! Bir, tesisinizin mükemmel olması lazım. İki, eğitimcinin iyi eğitilmesi gerekiyor. 

Hocam, Türkiye Futbol Vakfı olarak görevlerimiz arasında Türkiye’de futbolu sevdirmek, altyapı sorunlarını anlatmak, dile getirmek ve bunlara çözüm anahtarları sunmak. Ben, sizin futbolculuk döneminden itibaren hayranınızım ve başarılarınızı her zaman takdir eden bir insanım. Altyapıya verdiğiniz değeri de biliyorum. Bir zamanlar alt yapıya en çok değer veren Beşiktaş kulübü... Ali’lerin, Fikret’lerin, Rıza’ların çıktığı bir kulüp siz de bunun başındasınız. Altyapı için öğretici, eğitici ve yol gösterici bağlamında neleri söylersiniz?

Şimdi bütününe bakmak lazım. Mesela şu çok yapılıyor; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş bunların kısmen tesisleri var doğru! Altyapıdan oyuncu çıktığı dediğimiz dönemlerde tesis var mıydı? Yoktu! Aslında orada biz kendimizi kandırıyoruz. Resmin bütününe bakalım; Fenerbahçe takımı, Beşiktaş takımı, Galatasaray, Trabzon, Bursa bütün takımlar şu anki kulüp yapılarına göre aslında hedefleri ne bunların? Önce kurumsal yapılarına bakalım. Futbol federasyonu var, kulüpler var. Esas olan kulüplerdir yani kulüpler olmazsa kimse olmaz. Kulüp yapılarında düşünüyorlar mı acaba yönetilen yönetimler nasıl oluşuyor? Kongreyle oluşuyor... Peki ne kadar devam edebilir? En fazla 3 yıl! 3 yıl kalma garantisi yok... 1 ay sonra, 2 ay sonra, 1 sene sonra gidebilir. Siz böyle bir yönetimin sağlıklı bir altyapı oluşturacağını düşünüyor musunuz? Ben düşünmüyorum. Ama siz hevesli birisiniz ama ne kadar etki yapabilir. Yapamaz peki tamamen yapabilir mi? 

Editör: TE Bilişim