Ortak bir metinle “Başkanlık Sistemi”ne dair görüşlerini paylaşan dört isim “AKP’nin başkanlık teklifinin TBMM gündemine geldiği zaman geçmemesi için “HAYIR” oyu vererek ortaya koyacağız. TBMM’de referandum için verilen oyların 330 altında kalması için mücadele edeceğiz. ” dedi.

BASIN TOPLANTISININ TAM METNİ:

Değerli basın mensupları,

15 Temmuz FETÖ darbesi sonrasında ortaya çıkan ağır politik, bürokratik, ekonomik ve toplumsal travma süreci en ağır şekilde devam etmektedir. Türk Ordusu iç savaşın yaşandığı ve sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı Suriye’ye müdahale etmiştir. Hava ve kara Kuvvetlerimiz Musul Operasyonuna dahil olmuştur.

Ordumuz Suriye’de iki terör örgütüne karşı zor politik dengeler üzerinde bir savaş vermektedir. Müdahale edilen dar coğrafyada ABD, Rusya, İngiltere, İran, Suriye orduları ile istihbarat servisleri ve İsrail istihbarat servisi de bu savaş içerisinde yer almaktadır. Üstelik artık Türkiye ile ABD’nin müttefik olup olmadığı belli değildir. ABD ile PKK arasındaki ittifakın Hillary Clinton döneminde artarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Öte yandan Türkiye’nin Suriye coğrafyasında Rusya-İran ve Suriye ile ilişkilerinin doğası da belirginleşmiş değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’ye Moskova ve Tahran’ın onayı ile müdahale etmesine rağmen hala “Esad gitmeli” söyleminde ısrar ederek, bu iki başkenti germektedir. Rusya,  Erdoğan’ın bu söylemine “Suriye’de federe Kürt devletine evet diyebiliriz” diye cevap verirken, Tahran, Irak Hükümetini Musul konusunda Türkiye’ye karşı kışkırtmaktadır.

Türkiye’nin Suriye’deki müttefiki olan Özgür Suriye Ordusu ise Suriye’deki en zayıf ve güvenilmez unsurdur. Fırat Kalkanı operasyonu çerçevesinde sağlanan ilerleme ÖSO’nun gücünden değil, Türk zırhlı birliklerinin ateş gücü ve özel kuvvetlerinin operasyon yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Önümüzdeki günlerde gerek Suriye’de, gerekse Irak’ta durumun daha da kızışacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Değerli basın mensupları,

Ordumuz yurtdışında yukarıda kısaca özetlediğimiz son derece önemli bir mücadele içindeyken, yurtiçinde de yoğun bir şekilde terörle mücadele etmektedir. PKK, IŞİD ve DHKP-C ülkemizi kan gölüne çevirmek için fırsat kollamaktadır. Son bir hafta için yakalanan bombalı araç sayısı 9 olmasına karşılık, önleyici baskınlar esnasında meydana gelen patlamalarda, güvenlik güçlerimizden kayıplarımız oldu. Ayrıca PKK terör örgütünce güvenlik güçlerimize karşı kanlı eylemler gerçekleştirilmektedir. Terör örgütlerinin bu eylemlerinin oluşturduğu tehdit sebebiyle, Ankara’da 30 Kasım’a kadar gösteriler ve toplantılar iptal edildi. Nitekim Gaziantep’te cem evine yönelik saldırı planlayan IŞİD’li teröristler son anda öldürülerek bir facianın önüne geçildi. Anıtkabir’e yönelik bir saldırı ise son anda önlendi.

Değerli basın mensupları,

Bütün bunlar gerçekleşirken, Türk Devleti yeni ve büyük bir travma ile karşı karşıya kalmıştır. 15 Temmuz’da, son 1000 yıllık tarihimizdeki en büyük iç tehdit olan ve devleti yönetenlerin de gafleti sonucu devlet içinde ordu, jandarma, istihbarat, dışişleri ile yargının büyük bölümünde teşkilatlanan FETÖ terör örgütü, darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Şimdi doğrusu ve yanlışı ile bu örgüte karşı bir temizlik harekatı sürdürülmektedir. Buna karşılık yanlış ve eksik uygulamalar sebebiyle örgüt, PKK, IŞİD, ve DHKP-C’nin arkasında pusuya yatmıştır. Türk devleti ve milletine saldırma iradesi kırılmaktan çok uzak olan FETÖ, zarar tespit, güç tanzimi, moral düzeltme operasyonlarına yoğunlaşmıştır. FETÖ, Türkiye’de bir yandan PKK, IŞİD ve DHKP-C’nin çıkaracağı istikrarsızlığın yayılmasını diğer yandan dış dinamiklerin Türkiye’yi politik, diplomatik, askeri ve özellikle kırılgan ekonomik zemin üzerinden finansal krize sürüklenmesini beklemektedir. FETÖ’nün ayrıca bel bağladığı hususlardan birisi AKP’nin yapacağı yanlışlar ile iç istikrarsızlık dinamikleri üretmesidir. AKP Hükümeti ise, FETÖ mensuplarını temizlerken, bu istikrarsızlığı teşvik eden adımları ile bu konuda FETÖ’yü hayal kırıklığına uğratmamaktadır. FETÖ, kriz-kaos ortamından kendisi için tekrar darbe fırsatı arayışı içindedir.

Değerli basın mensupları,

Türk Ordusu, 15 Temmuz sonrasında Eskişehir-Kütahya Muharebelerinden sonra geçtiği en sıkıntılı dönemden geçmektedir. Nitekim ordunun subay ve general-amiral kadrolarının %80 gibi büyük bir bölümünün, Başbakan Yıldırım tarafından FETÖ’cü olduğu ifade edilmiştir. Yüzlerce general ve amiral tutuklanmış, binlerce subay ordudan atılmıştır. Buna rağmen Başbakan’ın verdiği rakamlarla kıyaslandığında, TSK ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki subayların % 60’ı halen FETÖ’cüdür. Unutmamak gerekir ki kıtalar fiilen bu subaylar tarafından yönetilmektedir. Bu ve buna benzer olan Balyoz ve Ergenekon gibi sebeplerle orduyla ilişiği kesinlerler yüzünden Deniz ve Hava Kuvvetleri büyük bir personel eksikliğiyle karşı karşıyadır.

Değerli basın mensupları,

Bütün bunlar AKP’nin 2002’den bu yana uyguladığı yanlış politikaların bir sonucudur.  Erdoğan ve Yıldırım, uyguladıkları politikaların sonucunda ülkemizin geldiği yeri “beka sorunu” yaşayan bir ülke şeklinde tanımlamaktadırlar.

Değerli basın mensupları,

Türkiye’nin beka sorununu aşabilmesi için dış askeri müdahale, terörle mücadele ve istikrarsızlık dinamikleri karşısında alması  kaçınılmaz olan tedbirler vardır. Bu tedbirler,

1) Milli birlik ve beraberlik sürecinin korunması,

2) TSK’nın güçlendirilmesi ve moral değerlerinin yükseltilmesi,

3)  FETÖ ve PKK ile doğru bir mücadele stratejisinin uygulanması,

4)Suriye ve Irak’ta askeri anlamda başarılı sonuç alınması başlıkları altında toplanabilir.

Değerli basın mensupları,

Bu aşamada, yani Türkiye bu denli problemle uğraşırken ortaya çıkan başkanlık rejimi tartışmaları Türk toplumunda büyük bir siyasal gerilime sebep olacaktır ve hatta şimdiden olmaktadır. Erdoğan’ı sevenler ve nefret edenler arasındaki şu anki mevcut uçurum ve siyasal kutuplaşmanın hızla artacağından endişe duymaktayız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diktatörlük kurmak istediği iddiaları ise, bu çerçevede toplumun büyük bir bölümünde karşılık bulacaktır. Ayrıca bu toplumsal kutuplaşmayı, iç ve dış mihrakların, yabancı istihbarat mensuplarının, PKK, IŞİD, FETÖ gibi terör örgütlerinin istismar etmemeleri düşünülemez. Buna bağlı olarak anılan odakların, terörü kitleselleştirme, kitlesel imha, siyasi suikast girişimlerinde bulunmaları gibi faaliyetlerini de gözden uzak tutmamak lazımdır.

Değerli basın mensupları,

Bu ağır güvenlik tehditlerinin varlığı yanında reel ekonomideki kriz ağırlaşarak devam etmektedir. Finansal kriz kapıdadır. Nitekim iki kredilendirme kuruluşundan sonra üçüncüsü de Türkiye’nin kredi notunu düşürecektir. FED eğer faiz artırımına giderse Türk ekonomisi üzerindeki baskı daha da artacaktır.

Değerli basın mensupları,

Türkiye’nin “başarısız devlet” statüsüne hızla sürüklenmesini isteyen odakların sayısının az olmadığı ortadadır. Referandum süreci nasıl biterse bitsin Türkiye zararlı çıkacaktır. Başkanlık için evet çıkması durumunda daha ilk günden Erdoğan’ın aslında bir “Pirus Zaferi” kazandığı ortaya çıkacaktır.

Değerli basın mensupları,

Referandum sürecinde iyice kutuplaşan toplumun kutuplaşması başkanlık sisteminde de devam edecektir. Başkanlık sistemine diktatörlük suçlaması, Türkiye dışından da yüksek sesle gelmeye başlayacaktır. Toplumun diğer kesimleri -ki yüzde elliye yakın bir bölümü- bunu kabullenemeyecek ve artan kutuplaşmanın da sonucunda sert gerilim devam edecektir. Bütün bunlar Türkiye FETÖ, IŞİD ve PKK ile mücadeleye odaklanmasını engelleyecektir. Terör büyük bir manevra alanı yakalayacaktır.

Değerli basın mensupları,

Özetle, bu durumda içinden geçtiğimiz süreçte parlamenter sistem ülkemiz için sadece bir yönetim biçimi değil aynı zamanda milli güvenlik rejimidir. Parlamenter rejim her şeye rağmen Erdoğan’ın ülkemizi kontrolsüz şekilde askeri maceralara sürüklemesini engellerken, Türkiye’ye yönelik “diktatörlük ile yönetilen ülke” nitelemelerini ortadan kaldırmasa da yumuşatmaktadır.

Üstelik, böyle bir referandumun gerçekleşmesi söz konusu olur ise hiç bir olumsuzluğun gelişmemesi durumunda dahi demokratik bir referandumdan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bir tarafta devletin bütün kaynaklarını vahşice baskı ile kullanan bir Erdoğan, diğer tarafta ise kendisini halka anlatmak için gereken araçlardan mahrum olan muhalefet arasında girilecek bir yarış demokratik bir yarış olmayacaktır. Ve kazanacak şimdiden bellidir.

Değerli basın mensupları,

Biz, Milliyetçi Hareket Partilileri AKP gündeme başkanlık konusunu her getirildiğinde endişelendiren bir husus da başkanlıkla birlikte federal devlet yapısına geçilmek istenmesidir. Erdoğan’ın 2004 yılında katıldığı bir televizyon programında kendisine sorulan  “başkanlık sistemi federal devletlerde başarılı oluyor?” sorusuna “Onu da düşünebiliriz” cevabını verdiğini Milliyetçi Hareket Partililer unutmamıştır.

Milliyetçi Hareket Partililer, 57. Hükümet döneminde MHP tarafından alt komisyona yollanarak kadük hale getirilen İkiz Yasalar’ın AKP tarafından 23 Eylül 2003 tarihinde yürürlüğe koyarak milli ve üniter devlet yapısını zayıflatmış olduğunu unutmamıştır.

Milliyetçi Hareket Partililer, PKK merkezli belediyelere mali ve idari özerklik sağlayacak olan AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi’nin 12. Maddesine konulan şerhin kaldırılmasının pazarlığının AKP ile HDP arasında yapıldığı bilmektedir. AKP, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi’ne ülkemizin koyduğu şerhleri kaldıracağını bir çok seçim beyannamesinde de açıklamıştır.

Keza PKK açılımı sürecinde idari federasyonun altyapısını kuran Büyükşehir Yasası’nın Milliyetçi Hareket Partisi’nin bütün direnmelerine rağmen çıkarıldığı bilinmektedir ve bunun zararları görülmüş ve yaşanmıştır. AKP başkanlık anayasasından her bahsettiğinde gündeme yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi gibi  masum görünen bir başlık altında özerklik ve federasyona gidebilecek bir başlığı da getirmektedir.

Özetle daha birkaç yıl önce İmralı’da Öcalan ile ortak anayasa yazan bir partinin bugün üniter ve milli devleti kabul ediyor görünse de, yarın başkanlık sistemi kabul edildikten sonra, ilk iş olarak HDP ve PKK ile yeni bir müzakere sürecini başlatması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü İstiklal Harbimizin sonucunda kurulan aziz Cumhuriyetimizi hiçbir zaman benimsemeyen Türk Milleti ve milli-üniter devlet anlayışına karşı olan bir politik zihniyetin Türkiye’yi hızla federasyona ve bölünmeye sürüklemeyeceğini kimse söyleyemez. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu beka savaşı verme durumunun sorumlusunun AKP Hükümeti olması da bu inancımızın doğruluğunu göstermektedir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, 2002’den bu yana, AKP hükümetleri parlamentodan istedikleri her türlü yasayı çıkarmışlardır. Öyleyse devletin yönetilmesinde parlamenter sistemin aksaklığı nedir ve başkanlık ne için istenmektedir? Görüldüğü gibi aslında yönetimdeki zafiyetin parlamenter sistem olmadığı, aksine devleti yönetenlerin liyakat sahibi olup olmamalarının bunda etkili olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim AKP hükümetleri sürekli olarak kendilerinin aldatıldığını söylemek suretiyle itirafta bulunmuşlardır. Onları PKK ve HDP aldatmıştır. Esat aldatmıştır. Fethullah Gülen cemaati aldatmıştır. ABD aldatmıştır. AB aldatmıştır. Herhalde yüce Türk Milleti Habur’u unutmamıştır. Çözüm sürecini ve nelere mal olduğunu unutmamıştır. PKK ile görüşmediklerini söyleyip görüştüklerini itiraf ettiklerini unutmamıştır. Bebek katili Abdullah Öcalan’la nasıl ittifak halinde bulunduklarını unutmamıştır. HDP’lilerle Dolmabahçe görüşmelerini unutmamıştır. Diyarbakır’da Şivan Perver, Barzani ve diğer PKK’lılarla el ele gözyaşları içinde türkü söylemelerini unutmamıştır. PKK’lılar için valilere görmezden gelin dediklerini unutmamıştır. PYD’ye yardım için Türkiye topraklarını Peşmergelere açtıklarını unutmamıştır. Cemaate ve onun başına övgüler yağdırdıklarını, ne istediniz de vermedik dediklerini unutmamıştır. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Gülen için, Türkiye’ye gelerek örgütünün başına geçmesi çağrısına karşı, bakanından siyasetçisine kadar hükümet mensuplarının saldırısını ve böylesine bilge insan ve hizmet ehline karşı gösterilen tavrı eleştirdiklerini ve hatta hakaret ettiklerini unutmamıştır. FETÖ’nün devlet içinde yapılanması ve bu kadar etkili hale gelmesinin asıl suçlusu kendileri iken, yanılmışız, aldatılmışız ve hatta akılsızmışız deyip özür dilemekle sorumluluklarından kurtulduklarını sanmalarını unutmamıştır. Vatansever Türk subay ve generallerinin Balyoz ve Ergenekon adı altında hapislere atılmasını, eziyet edilmesini, TSK’nin en mahrem odalarına girmelerine göz yummalarını unutmamıştır. Esatla yiyip içtikleri ayrı gitmeyip, birlikte Antalya’da tatil yapıp ortak bakanlar kurulu toplayıp sonra diktatör diyerek düşman olduklarını ve Esat’ın birdenbire Eset olduğunu unutmamıştır. Görülüyor ki AKP ve mensuplarını hemen herkes aldatmıştır. Yani aslında devlet yönetimindeki kendi eksikliklerini ve beceriksizliklerini parlamenter rejmin üzerine atarak hatalarını örtmek istemektedirler. Başkanlığın getireceği yeni şey ise Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi ile tek adamlıktan başka birşey değildir.

Değerli basın mensupları,

Biz Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve birliğine zarar gelmemesi için MHP’nin içinden geçtiğimiz dönemde riskleri en aza indirgeyecek bir  politik duruş sergilemesi gerektiğine inanıyoruz. Erdoğan’ın anayasayı ihlal etmede ısrar etmesinin Türkiye’yi bir kaosa götüreceği açık olmakla beraber bir referandum sürecinin ve olası başkanlığın Türkiye’yi çok daha büyük bir felakete sürükleyeceği aşikardır. Başkanlığın gerçekleşmesi özerklik, federasyon ve parçalanmanın önünü açacaktır. Bu sebeple bir kez daha yanıldık demelerini artık istemiyoruz. Üstelik Türk Milleti, Erdoğan’ın Anayasayı değiştirmek için 400 milletvekili istediği 7 Haziran seçimlerinde başkanlık referandumunu yapmış ve başkanlık talebini sandığa gömmüştür.

Değerli basın mensupları,

Biz MHP milletvekilleri, Kayseri milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Gaziantep milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, Isparta milletvekili Nuri Okutan, Balıkesir milletvekili İsmail Ok ve Adana milletvekili Seyfettin Yılmaz olarak parlamenter rejimin devamından yanayız. Biz Sayın Bahçeli’nin geçtiğimiz yıllarda onlarca kez ifade ettiği gibi başkanlık sisteminin Türkiye’yi özerkleşme, federalleşme üzerinden böleceğini görüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisine gönül veren milyonların bizim gibi başkanlık sistemine ve bölünmeye karşı olduğunu biliyoruz. Ülkücü hareketin milyonlarca mensubunun, MHP teşkilatlarının, ülkücü sivil toplum örgütlerinin ve MHP milletvekillerinin başkanlık ve bölünmeye karşı olduğunu biliyoruz. “TBMM’de evet deriz referandumda hayır deriz” şeklinde bir tavrın doğru olmadığını ve halkın aklı ile alay etmek olduğunu görüyoruz. Bu tavrı sergileyen arkadaşlarımızın 3 Kasım 2002 seçimlerinin sonuçlarından, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının önünün açılmasından ve 7 Haziran 2015 seçim gecesi yapılan açıklamanın ortaya çıkardığı neticelerden sonuç çıkarması gerektiğine inanıyoruz. Parlamenter sistemden yana olduğumuzu,  AKP’nin başkanlık teklifinin TBMM gündemine geldiği zaman geçmemesi için “HAYIR” oyu vererek ortaya koyacağız. TBMM’de referandum için verilen oyların 330 altında kalması için mücadele edeceğiz. Hiçbir makam ve mevkinin, ülkemizin birliği ve aziz milletimizin dirliğinin üstünde olmadığını yüce Türk Milleti’ne saygıyla arz ediyoruz.