Ya hocam, böyle donlu monlu bir başlık ayıp olmuyor mu falan diyenler olabilir.

Varsın olsun, don kötü bir şey olsaydı en içimize onu giymezdik...

Hep 19 Mayıs Kapalı Spor Salonu’nda kravatlıların kavgalarını konuşacak değiliz ya, bir kez de donuna kadar ıslananların hikayesini yazalım.

Sabah erken saatlerde Şükrü Kuleyn ile birlikte, yağmurlu bir hava eşliğinde Bursa’nın yolunu tuttuk.

Bursa’ya vardığımızda, şehrin her köşe başında, her sokağında, her parkında bordo mavi atkıları ile genç çocuklar ve genç kızları gördük. Yaşlı bir amcanın bordo mavi kukeletası ile önüm sıra geçişini hafızama kaydettim, emicem sanki “Uşaklar bu sevdanın mirasını size bıraktık ama biz de daha ölmedik ha” der gibiydi.

Kültür Park’ta, Bursasporlu taraftar ile dolu bir mekanda oturduk çay içiyorduk; stad ise hemen yakınlardaydı. Bursalı bir genç yanımıza yaklaşarak “ Abi, Trabzon Fenere o golü atmasaydı var ya biz şampiyon falan olamazdık. Siz Trabzonlular var ya adamsınız” deyince tüylerim diken diken oldu... Tek cümle ama anlayana bir cilt dolusu şey anlatıyor.

Yeşil Beyaz renklerin arasında otururken, tüylerimizi diken diken eden bir ses kulaklarımıza ilişti, “ Biz dar sokaklarında, dinmeyen yağmurunda, kendimizi bulduk, rengine tutulduk, aşık olduk biz sana...”

Şükrü Abi de ben de, çayımızı bıraktık, konuşmayı kestik ve dünyanın en güzel şarkısına kulak verdik. Fantastik filmlerde, kitleyi efsunlayan bir sihirbazın kavalından çıkan büyülü bir şarkı dinliyorduk sanki...

Bordo mavili taraftarlar, Bursaspor Stadyumu’nda kendilerini ayrılan yeri tıklım tıklım doldurmuş, saatler öncesinden yerlerini almış ve eşsiz bir şarkıyı söylemeye hazır dev bir orkestra gibiydi.

Sakarya’dan gelmiş bir renktaşımın beni görünce “ Abi, bilet kalmamış ama gene de kalktım geldim. Maça giremesem de renktaşlarım ile aynı havayı stadyum etrafında hissetmek istedim” deyişini not etmek istiyorum.

Maçı izlerken yanımda oturan kişi ile hasbihal ediyorduk, bana “ Nereden geldiniz abi maça?” diye soruverdi. “Ankara’dan geldik sen nereden geldin hemşerim” dedim. Aldığım cevap: “Abi ben maçı izlemek için Almanya’dan geldim.” Bir maçı izlemek için Almanya’dan gelen taraftarı olan bir camianın büyüklüğünü başka nasıl ifade edebilir ki insan...

Yağmur bardak boşanırcasına yağıyordu. Bizim taraftarımıza ayrılan yerin üstü de açıktı. Maçtan saatler öncesinde stadyumda yerlerini alan taraftarlarımız daha maç başlamadan iliklerine kadar ıslanmıştı bile...

Maç boyunca hiç durmayan ve şiddetini artırarak devam ettiren yağmura inat bizim çocuklar da hiç susmadılar. Renktaşlarımızın sırtlarına giydikleri polarlar, suyu öyle bir emmişti ki, polarlardan su sızıyordu. Genç kızlar, genç delikanlılar, orta yaşlarına ulaşmış tribün cefakarları ve yaşlı insanlar, bir yandan hançerelerini yırtıyor bir yandan da yağmur ile boşuyorlardı resmen.

Maçın ardından Ankara’ya dönerken, İnegöl’de mola yerinde Ankara’dan gelen renktaşlarımızın otobüsü ile karşılaştık. Hepsi soğuktan mosmor kesilmiş, elleri ayakları buz olmuş, üstlerini değiştirecekleri kuru hiçbir şeyleri kalmamıştı.

Sarıldık, selamlaştık, hal hatır sorduk. Otobüste olduğunu bildiğim bir kaç kardeşimi göreyim istedim ve otobüsün ön kapısında içeriye baktım. Otobüste bir çok üniversiteli çocuk, belden yukarısı çıplak oturuyordu ve dışarda ise buz gibi bir hava vardı ve kar yağıyordu.

“Oğlum deli misin la siz hasta olacaksınız. Nedir bu hal” deyince, bir tanesi “ Abi donumuza kadar ıslandık, üstümüzde ki atlet ve polarlardan su sızıyor. Atleti, gömleği ve polarları çıkarınca biraz daha ısındık, en azından üstümüzden su sızmıyor” deyince, içim acıdı. Birden gözümün önüne kongrenin yapıldığı salon geldi ve derin bir iç çektim.

Çok sevdiğim bir kardeşime “Gel bir bardak çay içelim” dedim ama üstünde bir şey yoktu ve sadece pantolonu ile oturuyordu. Dışarda karda olunca, “Neyse çayı Ankara’da içeriz artık” dedik.

“La oğlum hasta olacağınız” dediğim genç bir renktaşımın “ Harun abi, biz zaten Trabzonspor’a hasta olmuşuz, bundan daha büyük hastalık mı var?” deyişini de şuraya not ediyorum.

Sabah Ankara’ya ulaşınca bir kaç tanesini aradım hal hatır sormak için “ Abi sorma, boğazlar gitmiş,  hala ısınamadım, sanırım bu gün yerimden kalkamayacağım” cevaplarını aldım.

Trabzon’dan, İstanbul’dan, Ankara’dan, Almanya’dan ve yurdumun dört bir köşesinden gelip donuna kadar ıslanan bu çocuklar işte bu takımın gerçek sahipleri. Onlar hangi şehirden, hangi mahalleden, hangi gruptan, hangi siyasi görüşten olursa olsun, omuz omuzaydılar, hiç kavga etmediler ve adeta tek yürek oldular. Bilmem ki bundan ders çıkartan olur mu?

Takım elbiseliler, kravatlılar, büyük büyük adamlar size birşey anlatıyor mu bu tablo?

Donuna kadar ıslanan çocuklar yazdılar bu hikayeyi.

Donuna kadar ıslanan tüm bordo mavi yüreklere selam olsun...