Ankara’da, Olgunlar Sokak’ta bir kahvehane de oturuyoruz.

Sedat Tunalı, Nihat Genç, ben ve Trabzonspor’un efsane kadrosundan bir abimiz. İsmi bende kalsın. Demli çaylar eşliğinde muhabbet edilirken, efsane kadroda yer alan abimizin anlattığı bir tablo hafızama çivi gibi çakılıyor sizinle paylaşayım:

“İstanbul’da maçımız olduğu zaman iki gün önceden yola çıkardık. Şehirden çıkmadan, tüm takıma yetecek kadar Vakfıkebir ekmeği ve kaşar alırdık. Yolda mola verince, ekmek arasına kaşarı koyar, herkese dağıtır, birer büyük çay söyler, çayı ekmeğe katık yapardık.

Otobüsler eski, yollarda bozuktu. Gece Samsun’da kalır, ertesi gün İstanbul için yola koyulurduk. Fenerbahçe, Galatasaray yada Beşiktaş ile berabere kalsak dahi üzülürdük. Trabzon’u temsil ettiğimizi hiç unutmaz, memlekete dönünce kahvede arkadaşların yüzüne bakabilmek için canımızı dişimize takar oynardık. Kafamız, kolumuz, bacağımız kırılsın ama yeterki Trabzonluların başı öne eğilmesin isterdik...”

Şimdi gelelim bugüne...

Tamam, o günler mişli geçmiş oldu kabul ettik.

Tamam, artık futbol dev bir endüstri kabul ettik.

Tamam, artık  futbolcular renklere değil  dolar ve eurolara bağlı kabul ettik.

Tamam, futbol profesyonel bir oyun, futbolcular da profesyonel memurlar kabul ettik.

Tamam kardeşim, anladık ve  herşeyi aldık kabul ettik.

Tamam hayal dünyasında gezmiyor ve gerçekleri biz de görüyoruz.

Tamam ya hepsine tamam.

Ama bunca tamamdan sonra, bir de ‘hop dedik ağalar o kadar da uzun boylu değil’ dediğimiz bir nokta var.

Trabzon’da, Napoli maçını izliyoruz. Hiç yapmadığım şeyi yaptım ve dizimden ameliyat olduğum için kale arkasında değil de, VIP  Özel’de maçı izledim. Takımın nerede ise yarısı cezalıydı ve cezalı olan futbolcuların hepsi hemen arkamda ki koltuklarda maç izliyorlardı.

Ben ve dostum Oktay Hilmi Evin, resmen mide krampları geçiriyor, saçımızı başımızı yoluyor ve resmen kahroluyoruz. Takım sahada tel tel dökülüyor,koşan yok, oynayan yok, basan yok,  bir damla ter döken yok. Böyle bir tablo yaşanırken, arkamda koltuklarda oturan ve bu takımın formasını giyen adamlar resmen makara geçiyorlar. Sanki sahada yenilen takım bunların takımı değil, sanki sahada ruhsuz bir şekilde dolaşanlar, bunların takım arkadaşları değilmiş gibi. Arkama dönüp, “ Lan  maçı adam gibi izleyin, gülüp makara yapacaksanız basın gidin”  dememek için kendimi zor tuttum.

Ve Napoli... Nerede ise tüm Avrupa ülkelerinden kardeşlerimiz, renktaşlarımız yollara dökülmüş Napoli’ye akmışlar. Yıllardır özledikleri sevgilisine kavuşan aşıklar gibi kanları kaynıyor, heyecandan yürekleri kıpır kıpır, hançereler yırtılırcasına takıma destek veriliyor. Bir önce maç da kendi sahamızda 4 yememiz bile onların heyecanını ve takımlarına olan tutkusunu zerrece etkilemiyor.

Böyle bir durumda, takım sahada gene yenikken, sen, bu takımın futbolcusu olan sen, saha kenarında kah kaha atarken fotoğraflara düşüyorsun.

Bakın kardeşim, bizim ile birlikte ağlamak zorunda değilsiniz.

Tamam bizim ile ağlamak zorunda değilsiniz ama bari biz ağlar iken siz gülmeyin.

Kendimi ağır ifadeler kullanmamak için zor tutuyorum ve ‘adamı hasta etmeyin’ demek ile yetiniyorum.

Buradan Sayın Başkanımıza seslenmek istiyorum...

Bu şehrin ruhunu bu takımın hocası anlatamıyorsa yöneticileri anlatsın, yöneticileri  anlatamıyorsa o zaman bıraksınlar biz anlatalım.

Özel birini seçmelerine de gerek yok, tribünlere parmak uzatarak, “gel sen anlat” denilecek herkes, Trabzonspor ruhunu onlara anlatacaktır.

Birisi bu futbolculara, cenaze evinde gülünmeyeceğini söylemeli.

Unutmadan söyleyeyim, o selfilerinizi de mağlup olarak bindiğiniz değil galip olarak bindiğiniz uçaklarda yapın !

Ha bi de “Dayak cennetten çıkmadır” diye bir atasözümüz olduğu da unutmayın...