Trabzonspor’un eski futbolcusu, ‘Başbakan’ lakaplı Lemi Çelik, Arda Turan’ın bir gazeteciye saldırmasıyla başlayan tartışmaların ardından, ülke futbolunun bugününü BirGün’e değerlendirdi.

“Bir ülkenin rejimi değişirken şike yapanlar futbolda neler yapmaz? Şimdi böyle bir ortamda siz hangi spor dalında hakkaniyet bekleyebilirsiniz ki?” diye soran Lemi, gündeme ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. Beden eğitimi mezunu olan, ayrıca yurtdışında sosyal belediyecilik ve çocuk gelişimi gibi farklı alanlarda eğitimler alarak kendini sürekli geliştiren bir isim olan Lemi Çelik, “Bugün Türk futbolu, dünyada ahlaksızlığı ile biliniyor” diyerek, şöyle devam etti:

“Hükümetin futbol kulüplerine ‘çalın, soyun ama bunu faturalandırıp yerine koyun’ dedi. Bu cümle, ahlaksız bir sürecin, denetlenmeyen bir sürecin oluşumunu başlattı. Öte yandan futbolcular da, mevcut durumda bir cemaate; tarikatlara yönelişin sonucunda bir yere geliyorlar. Sonunda, futbolcu olduklarında da sapıtıyorlar.”

Son dönemde, Arda Turan’ın gazeteci Bilal Meşe’ye saldırma olayından sonra Türkiye futbolunun aktörlerine ilişkin soru işaretleri gündeme gelmeye başladı. Siz bu meslekte gerek performansınız gerek duruşunuzla üst basamaklara tırmanmış bir isim olarak bugün Türk futboluna ilişkin yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle, demokrasiyle iktidara geldikten sonra tamamıyla otoriter bir rejim kurup, bunun siyasi altyapısını güçlendirerek ülkedeki bütün kurumları ele geçirerek ‘bizden’ ve ‘bizden olmayan’ anlayışı ile her şeye müdahale eden bir iktidar tarafından yönetildiğimizi hatırlayalım. İş dünyası, medya, eğitim gibi alanlarda olduğu gibi, her alanda yandaş olanların ayrımını yapan mevcut iktidar bununla yetinmeyip, insanların ortak paydası olan ve bir toplumu birleştirmesi gereken futbolda da aynı ayrıma gitti. Burada bırakın iktidara karşıt olmayı, bu ülkenin kuruluş felsefesi olan demokratik, laik, sosyal hukuk devletine inananları, kadın erkek eşitliğine, medeniyete ve çağdaşlığa inananları dahi bertaraf ettiler. Bu isimleri teker teker tespit edip medyada yorumcu dahi olmalarını engellediler. Tabii bunu yaparken kamunun bütün kaynaklarını sınırsızca kullandılar.

Nasıl?

Hükümetin; belediyeler, vakıflar, sendikalar, STK’ler ve futbol kulüplerine dedi ki, “Çalın, soyun ama bunu faturalandırıp yerine koyun.” Bu cümle, ahlaksız bir sürecin, denetlenmeyen bir sürecin oluşumunu başlattı. Bir kulüp başkanı örneğin, federasyondan gelen bütün paraları kendine aktarıyor ve bunu faturalandırınca kimse bir şey soramıyor. Ve bu paranın limitleri çok büyük rakamlar. Türkiye futbol kulüplerindeki yolsuzluklar dünyanın hiçbir futbol kulübünde yok. Böyle olunca çürümüşlük zaten tepeden başlıyor. Anlayacağınız Türk futbolu verimsizlik, üretkensizlik, bilgisizliğin yanında bir soygun düzeni içerisinde. Siyasetçiler bunu kendi lehine kullanıyor, yönetenler nemalanıyor ve sonuçta kulüp batıyor. Düşünün şu an 4 kulübün 6 milyar TL’ye yakın borçları var. Bu kulüpler ne yaptı ki bu borçları var? Avrupa’da kupa mı kazandılar? Her yıl 4 takım Avrupa’da çeyrek finallerde, yarı finallerde mi oynuyor? Hayır, hiçbir şey yok. Ve ne acıdır ki, dünya genelinde son 30 yılda en fazla doping yapan Türk sporculardır. Dahası, dışardan en fazla sporcu getiren de biziz. Bugün Türk futbolu dünyada ne yazık ki ahlaksızlıklarıyla gündeme geliyor.

Peki futbolculardaki temel sorun nedir? Neden, özellikle büyük kulüplerde, ‘adam gibi adam’ olmak adı altında bu derece kokuşmuşluk var?

Ülkemizde bebeklikten başlayan çarpık bir eğitim sistemi var. Sokaktaki eğitim zaten belli, rezalet bir duruma sokaklar. Sonrasında çocuk okula başlıyor ama bugün Türkiye’de okullardaki eğitim artık ahlaka değil, dine endeksli bir eğitim. Bunun yanında, çocuğun bütün gelecekteki ufkunu daraltan bir eğitim sistemi. Unutmamak gerekir ki bir çocuk evrensel ahlaki ve insani değerlere ancak çok küçük yaşta sahip olduğunda onu taşıyabilir. Şimdi bir de bugünün Türkiyesi’nde futbolculara bakalım. Büyük çoğunluğu ekonomik anlamda düşük seviyede, özverili ailelerin çocukları. Bu çocuklar okulda değil, sokakta eğitim alıyor. Bireysel yetenekleri ile bir yere geldiklerinde ya mahalle arasında almış oldukları eğitimi veya mevcut durumda bir cemaate tarikatlara yönelişin sonucunda aldıkları eğitimi taşıyorlar. Sonunda, futbolcu olduklarında da sapıtıyorlar, kontrolsüzleşiyorlar; hem takım hem ülke hem de işlerinin gereği olan profesyonellik, sorumluluk bilinci ve milli değerleri kaybolup gidiyor. Bir de tabii dışsal etkenlerden etkilenmeye fazlasıyla açık oldukları için kendilerini siyasal emelleri ve hayalleri için kullananlar tarikatlar cemaatler ya da siyasetçileri anlamıyorlar. Oysa bir futbolcu için ‘adam gibi adam’ olmak futbolun ‘adamlık’ felsefesini taşımaktır, öyle olmalıdır. Futbolun bir felsefesi vardır; ahlaklı olacaksın, hakkaniyetli olacaksın, rakibinin hakkını yemeyeceksin, hakeme saygılı, tribüne saygılı olacaksın. Adam gibi adam olmak budur.

Böyle bir ortam, Türkiye’nin uluslararası sporcular çıkarma şansının neden giderek düştüğünü de açıklıyor…

Futbolda öncelikle altyapılardaki eğitmenlerin eğitim düzeylerinin yüksek olması lazım. Ama şimdi zaten eğitim düzeyi yüksek olan eğitmenler biat kültürüne karşı olduğu içi bertaraf ediliyorlar. Bu durumda geriye, başarı için gereken donanımlara sahip olmayan isimlerin eğitmen olduğu ortamlar ve bu ortamlarda yetişen sporcular kalıyor. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’i ele alalım... Beşiktaş spor kulübünü 43 milyon borç ile alıp 750 milyon borç ile bırakmış, batırmış, dünyanın en başarısız ismi ama ne hikmetse ödüllendirilerek TFF Başkanlığı’na gelmiş. Az önce de dediğim gibi, insanların eğitim düzeyine, dürüstlüğüne, ahlakına değil ne kadar yandaş olduğuna bakılıyor. Bu zihniyetle uluslararası alanda sporcu yetiştirmek mümkün mü? Dahası, Türkiye’nin bugün futbolda içinde bulunduğu başarısızlığı kapatmak ve futbolcuları motive etmek için, futbolculara abuk sabuk primler vaat ediliyor.

Toplumda milli takım maçlarına karşı eski coşku da yok gibi, değil mi?

Elbette yok. Toplumun milli duygularında, milli bilincinde bir kaybediş var ama bu kaybediş kalben değil. Baskıyla, zorla insanlara dayatılan bir süreçten geçiyoruz. Bakın, bizi birleştiren TC vatandaşlığıdır. Şimdi valiliklerden TC kaldırılıyor, o zaman o taraftan kim için tezahürat yapacak tribünlerde, kimi alkışlayacak, hangi milli takımı, kimin takımını? Bu anlayışta giden bir düzende milli duygu, milli bilinç, coşku bekleyemezsiniz. Toplumu bileştiren hiçbir şey istemiyorlar. Milli ve manevi duyguları, sportif ve ahlaki duyguları öne çıkaracak olan değerleri istemiyorlar işin özü bu. Ve şimdi, bizim toplum olarak paylaşacağımız, ortak hiçbir şey kalmadı.

Bundan 20 yıl öncesine, sizin döneminizdeki futbol camiasına dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?

Bizim dönemde hem yöneticiler hem de sporcuları, manevi değerlerine çok daha bağlı; toplumla daha birleşmiş, bütünleşmiş, spor ahlakı, kültürü ve değerlerine daha sadık insanlar olarak görüyorum. Kulüp başkanları, yöneticiler ve futbolcular kendi içlerinde birbirlerine ne kadar rakip olurlarsa olsunlar çoğu zaman bir araya gelir, birlikte tatil yapar hatta birbirlerinden ekonomi yardımı dahi alabilirlerdi. Öyle bir paylaşım ortamı vardı. Manevi değerlerin ön planda olduğu bir ortam vardı. Bizim dönemimizde kulüplerin gelirleri yoktu ve böyle bir gelir olmadığı için bütün parayı başkanlar veriyordu. Başkanlar da topluyor, biriktiriyor ve öyle veriyordu, yani emek sarf ediyorlardı. O zaman bir başkan için her şey kulübün varlığı, devamlılığı ve onu yaşatma adınaydı.

Peki bundan 10 yıl sonrasının Türk futbolunu nasıl görüyorsunuz?

Türk futbolu çok kötüye gidiyor. Eğitimli, başarılı insanları dışlıyorlar zaten. Mevcut insanların ülke futboluna katabileceği hiçbir şey yok. Türk futbolunun büyük bir devrime ihtiyacı var. Kulüplerin hem altyapı hem de üst yapılarına ahlaklı ve eğitimli insanlara acilen ihtiyaç var.

Bugün Türkiye’de her alanda kilit kelime liyakat galiba?

Bir ülkenin rejimi değişirken şike yapanlar futbolda neler yapmaz? Şimdi böyle bir ortamda siz hangi spor dalında hakkaniyet bekleyebilirsiniz ki? Beklemek aptallık olur.

Taraftarın takımıyla ilişkisi, aidiyeti bugün ne durumda?

2010- 2011 sezonunda 3 temmuz sürecinden sonra taraftar sayısı yüzde 60 azaldı. Çünkü artık taraftar, şampiyon olan takımın önceden belirlendiğini, maçların hakkaniyetle oynanmadığını biliyor. Normalde 33 bin ortalama taraftar sayısı ile oynayan Fenerbahçe bugün 7- 8 bin ile oynuyor. Galatasaray da öyle Trabzonspor da öyle. Bugün yalnızca Beşiktaş taraftarıyla, teknik direktörüyle ve yönetimiyle doğru bir kişilik ve duruş sergiliyor, böylece hedeflerine ulaşıyorlar.

Genel eğitim sistemini kısa vadede kökten değişmesini beklemek hayalcilik. Bu durumda, çizdiğiniz tabloyu olumlu yönde değiştirebilmek için kulüplerin, bu gidişata dur demek isterlerse kendi içlerinde alabilecekleri önlemler yok mu?

Var tabii. Özellikle tesisleri olan kulüplerin hepsinin kendi altyapı tesislerinde, futbolcuyu küçük yaştan itibaren eğitecekleri bir eğitim departmanı açmalılar. Burada üç tane ders vermeliler. Birincisi spor eğitimi. Futbolcunun hayatı boyunca taşıyacağı, performansını yükseltecek ve hem kulübünü, hem de milli takımı yükseltecek bir spor etiğimi alması gerekiyor. İkincisi diksiyon ve yabancı dil eğitimi. Zira bir futbolcunun kendi dilinde kendisini iyi ifade etmeyi öğrenmesi lazım, yanında Avrupa’ya gittiğinde iletişim kurabilmesi için evrensel bir dil biliyor olmalı. Üçüncüsü de psikolog terapisi. Tercihen bir bayan psikolog, çocuğun ailesinde ve okuldaki sorunlarını dinlemeli ve onu doğru yöne yönlendirmeli. Bu eğitimler, kulüplerde 3 yıl verilmeli.

Rıdvan artık dostum olamaz

Bir de geçen günlerde Rıdvan Dilmen’in başlattığı İzmir Marşı meselesi gündeme geldi. Tribünlere siyaset karışmaması ile İzmir Marşı’nı aynı kefeye koymak mümkün müdür sizce?

Herhalde Rıdvan İzmir Marşı’nı tam okumadı, oradaki öksüz yavruların nasıl sahiplenildiğini, yetim kalan çocukların feryadının nasıl anlatıldığını, Kurtuluş savaşının nasıl yokluklar, fedakârlıklar, özveriler ve mücadelelerle kazanıldığını bilmiyor herhalde. İzmir Marşı tüm bunların simgesidir. O marşa siyasi bir marş demek tüm bu değerleri yok saymak demektir. Eğer bir insan bu marşı reddediyorsa o zaman bu ülkeyi inkar ediyor demektir, Atatürk’ü ve öksüz, yetim kalan çocukları yok sayıyor demektir. Hem bu marşı yok sayacaksın hem de Atatürkçüyüm diyeceksin, ancak beyni sulanmış insanlar böyle konuşur. Rıdvan benim dostum da ama bu düşüncede olan bir insana artık dost demem çok zor.

Editör: TE Bilişim