Bazı insanların hayalleri ‘ hayal’ olarak kalmaz… Bir şey diler, bir şeyi çok ister ve umut eder. Kurduğun hayalin peşinden gidecek cesarete sahipsen zaten olay orada bitmiş demektir. Artık kafanda kurduğun, uyumadan önce yüzüne tebessüm bırakan o düşsel haz senin gerçeğindir.

Hayal işte… Kimimizin ufacık kimimizin ise kocaman hayalleri vardır. Ya gerçek ya da gerçek olmasını istediğimiz. Diyarbakır’lı Şehmuz Suna’da hepimiz gibi düşlerinin peşinden gitmiş. Önce hayalini kurmuş ve demiş ki: “ Bir gün Diyarbakırspor’un çimlerine futbolcu olarak ayak basacağım. O çimlerin üzerinde futbolcu Şehmuz olarak top koşturacağım.”

Tabi düşlediği kadar kolay olmamış. Daha çocukluk yıllarında babasıyla birlikte hayat mücadelesi vermeye başlamış. Hatta futbolcu olmadan önce Diyarbakırspor’un çimlerine de ayak basmış ama top toplayıcı olarak… Mahalle arası maçlarla başladığı futbolculuk yaşantısında yolculuğu güneyden tâ kuzeye yani Trabzonspor’a uzanmış. Bir nevi rüştünü de Bordo-Mavili takımda ispat etmiş.

1990- 92 yıllarında Trabzonspor’da dönemin en iyi sağ beki olarak bilinen ve uzun boyu ile taraftarların ‘çengel’ lakâbını taktığı Şehmuz Suna ile memleketi Diyarbakır’da buluştuk. Anıları, umutları, hayalleri, kırgınlıkları… Geçmiş ve geleceğe dair ne varsa konuştuk. Bazen iyi günlere yolculuk yaptık komik anları hatırlattık kendisine beraberce güldük. Bazen de uğradığı haksızlıklar aklına geldi Şehmuz Hoca’nın beraber sustuk…

Şehmuz Suna kimdir?

5 Nisan 1965 yılında Diyarbakır’da doğdu. Orta halli bir ailenin çocuğu olan Şehmuz Suna’nın çocukluğu babasıyla birlikte inşaatlarda çalışarak geçti. Dokuz kardeş olan Suna, evli ve iki çocuk babası. Trabzonsporlu eski golcü şu anda Diyarbakırspor’un alt yapı antrenörlüğünü yapıyor.

Futbolculuk serüveniniz nasıl başladı?

Her çocuk gibi bende mahalle maçlarıyla futbolculuğa merak saldım. Büyüklerim ve arkadaşlarım topu iyi kullandığımı ve ileride iyi bir futbolcu olacağımı söylerdi. Hayallerimde futbolcu olmak ve bir gün Diyarbakırspor stadında sahaya çıkmak vardı. Çok şükür hayallerim gerçek oldu.

Kimler tarafından keşfedildiniz?

Mahalle takımında oynarken DSİ Spor’un hocaları tarafından fark edildim. Amatör bir takım oluşturmak için her maçımızı özenle takip ediyorlardı. Birkaç arkadaşımla birlikte DSİ Spor tarafından gelen teklife evet dedik ve amatör takım oluşturduk. Daha sonra yolculuğuma profesyonel anlamda Bingölspor’da devam ettim. İki yıl orada oynadım. İnegöllü bir banka müdürü olan Nida Öğretir sürekli bizi izlemeye geliyordu. Bana ‘Seni İnegölspor’a transfer etmek istiyorum’ dedi. Kabul ettim ve İnegöslpor’da top koşturmaya başladım. Ardından Malatyaspor’a transferim gerçekleşti. Malatyaspor’da en iyi dönemlerimden birini yaşadım diyebilirim. O zamanlar 20 yaşındaydım. İki yıl orada oynadım ve Trabzonspor’a gittim…

TRABZONSPOR BENİ KAÇIRDI

Trabzonspor’a transferiniz nasıl gerçekleşti?

Muzip bir gülüşle sorumuzu cevaplıyor: Transfer olmadan önce kaçırıldım…

Nasıl yani?…

Malatyaspor’da ciddi anlamda kendini gösteren başarılı oyuncular arasında adım geçiyordu. Daha lig bitmeden transfer teklifleri gelmeye başlamıştı. Bunlardan biri de Trabzonspor’du. Ama ben Galatasaray ile anlaşmıştım. Trabzonspor’un beni istediğini biliyordum fakat hiç bir araya gelmemiştik. Malatya’da son maçı içerde Beşiktaş’la oynadık. Ardından İstanbul’a gidip Galatasaray’la sözleşme imzalayacaktım. Trabzonspor yöneticileri Malatya’ya geldi. Mehmet Ali Yılmaz’ın başkan olduğu zamanlardı. Gelenler arasında eski futbolcu Ahmet Ceyhan’da vardı. Trabzonsporlu yöneticiler bana, ‘Biz Anadolu takımıyız. Birlikte güzel işlere imza atacağız, seni Trabzonspor’a götürmeye geldik’ dedi. Galatasaray’la anlaştığımı söylememe rağmen dinlemediler ve bir şekilde görüşme yapmak için beni ikna ettiler. O zamanlar futbolcu kaçırma olayı vardı. Oyuncu diğer takımlardan kaçırılır bir tatil köyüne yerleştirilir herkesten saklanırdı. Onlarda beni kaçırmaya gelmişler… Malatya’dan arabayla Adana’ya gittik. Oradan İstanbul’a yola çıktık gece üç gibi İstanbul’daydık. Trabzonspor yönetiminden herkes oradaydı. İmzaları attık ve ardından Trabzon’a gittik. Artık Trabzonspor’un futbolcusuydum…

Futbolculuk yıllarınızda hangi özelliğiniz ile ön plandaydınız?

O dönemin en iyi sol beki olduğumu söylenirdi.

Taraftarların size bakışı nasıldı? Mesela bir lakabınız var mıydı?

Uzun boylu olduğum için bana ‘Çengel’ lakabını takmışlardı. 90 dakika hiç yorulmadan sahada top koşturuyordum. Defansın en iyilerinden biriydim. Bir kesim beni severken bir kesim de sırf Diyarbakır doğumluyum diye bana ‘Peşmerge Şehmuz’ diyordu. Ve inanın bu beni fazlasıyla incitiyordu.

DİYARBAKIR’DA DOĞMAK SUÇ MU?

Doğulu olduğunuz için özellikle manevi zorluklar yaşamışsınız anlaşılan…

Yaşamaz mıyım?…

Gözleri doluyor Şehmuz Suna’nın bu sorudan sonra ve ses tonunu daha da alçaltarak konuşuyor. Belli ki içinde birikmiş onca kırgınlık var. Din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapanlara karşı… O an karşısında ne yapacağımı bilemiyorum, ne söyleyebilirdim ki ama sanki ben dışlanmışçasına içimde bir yaralanma hissettim. Toparladım ve dinlemeye başladım Şehmuz hocayı…

O zamanlar sadece birinci lig vardı ve çok fazla doğulu oyuncu yoktu. Bazı gazeteler beni anlatırken futbolculuğum dışında sürekli nereli olduğumu öne çıkarırdı. Zaza Şehmuz, Kürt Şehmuz… Benim hiçbir zaman siyasetle bir ilişkim olmadı. O dönemler kimse Kürt sorununu bu kadar açık konuşmazdı. Bana ‘Peşmerge Şehmuz’ lakabını uygun görenler oldu. Ben top oynuyorum, takımım için mücadele veriyorum ama onlar bana bunu layık görüyor. Kendi kendime dedim ki, ben kürdüm, Diyarbakırlıyım… Bunu zaten biliyorlar. O zaman beni neden transfer ettiler. Şimdi size soruyorum, ‘Ben Diyarbakırlı olduğum için bu kadar dışlanmak zorunda mıydım?’ … O an dondum kaldım ‘Hayır… değil tabi ki’ diyebildim. O topraklardaydım, onları tanıdım ve kurunun yanında yanan yaş ağaçlara öyle üzüldüm ki… Ben bunları düşünürken Şehmuz Suna içindekileri durduramıyordu, deşilmişti adeta, iyi ki deşildi ben de insanlığımı sorguladım.

Benim seçme hakkım yoktu kimse bunu anlamak istemedi. Ben Giresun ya da Muğla’da da doğmuş olabilirdim. Ama Diyarbakır’da doğdum. Türk – Kürt hepimiz bu vatanın evlatlarıyız. Bu konuda bazı gazeteciler beni çok yıprattılar ve buna rağmen ben mücadelemi sürdürdüm. Tektim, doğuluydum… Ama futbolumla hep ön planda olma mücadelesi verdim. Ben başarılı oldukça insanlar merak etti. Kimdi bu Şehmuz? Diyarbakırlı olduğumu öğrendiklerinde bizim topraklarımızdan iyi futbol oynayan yetenekler çıkamazmış gibi şaşırıyorlardı… Çok acı ve üzücü…

Biraz havamız değişsin istedim… Kötü anıları bir kenara bırakalım ve güzel zamanlara doğru, geriye yolculuk yapalım dedim.

BEŞİNCİ GOLÜ ATACAĞIMI BİLİYORDUM

Bursaspor ile oynadığınız Türkiye kupası maçından bahsedelim mi? Beşinci gol ve sonrasında yaşanılanlar hala konuşuluyor…

1990 - 1991 yılında Türkiye kupası yarı final maçında Bursa ile eşleşmiştik. O zamanlar Türkiye kupaları iki maç oynanıyordu. İlk maçı Bursa’da oynadık ve 3-0 mağlup olduk. Umutlarımız azaldı ama Trabzonsporluluk ruhumuz vardı ve onu hep koruyorduk. İnatçıydık, mücadeleyi sever yapabileceğimiz şeylere inanırdık. İkinci maç Trabzon’da oynandı. Hocamız Belçikalı Urban Braems’dı. Giray Bulak’da hem tercümanlık hem de yardımcı hocalığımızı yapıyordu. Giray hoca’ya dedim ki, ‘Hiç merak etme biz bu maçı 5-1 alacağız.’ Herkes bana, ‘Nasıl alacağız? Bursa’nın kadrosu güçlü. Yılmaz Vural çalıştırıyor’ diye söylendi. Ama ben içimdeki dürtüye, o hisse engel olamıyordum. Dedim ki, ‘Benim içime doğuyor bu maç 5-1 olacak bir golü de ben atacağım.’ Urban Breams maç öncesi beni yanına çağırdı. Maçta yedek olduğumu ve beni faydalı olacağıma inandığı dakikada maça süreceğini söyledi. Yalnız ben maç öncesi Giray Hoca’ya golleri kimin atacağını bile söylemiştim. Maç başladı. İlk yarı Hami’nin golleriyle 2-1 tamamlandı. Ben ve Hamdi Aslan yedekteydik. İkinci yarı başladı. Ogün bir gol attı. Biz hala kenarda ısınıyoruz. Hamdi’ye dedim ki, ‘Sen git 4-1 yap ben de gelip 5 -1 yapacağım.’ Hamdi oyuna girdi. 70. dakikada bir gol attı. Skor 4-1 oldu. Ben oyuna girmeyi bekliyorum. Bir baktım Urban Breams kenarda genç bir futbolcuyu ısındırıyor. Beni oyuna sürmeyeceğini anladım. Hemen koşarak rahmetli Kenan İskender’in yanına gittim. ‘Ben kendime inanıyorum, beşinci golü ben atacağım’ dedim.

Dakika 80 oldu maçın bitmesine çok az bir zaman kaldı. Hoca beni yanına çağırdı ve taktik vereceğim dedi. Ben de ‘ Maç bitiyor. 10 dakikanın taktiği mi olur’ dedim ve direk oyuna girdim. Dakika 85’te Czyo bana pas attı. Topa vurdum ve gol oldu. Beşinci gol ağalardaydı sadece onu hatırlıyorum sonrası hafızamda yok sevinçten kendimi kaybetmişim.

Gözlerindeki pırıltıyı görmeliydiniz. Anlatırken sanki o golü tekrar atmış ve Avni Aker’in tribünlerini ayağa kaldırmıştı Şehmuz Suna…

Maç sonrası yaşananları şahit olanlar anlatıyor. Ambulansın camlarını yumruklamışsınız mutluluktan? …gülüşüyoruz…

Attığım golle gelen ilk kupamdı… O son golün sevinciyle kale arkasına gitmiş, ambulansa tekme atmış, camlarını yumruklamışım. Neden böyle bir şey yaptım, oraya kadar nasıl gittim? ...İnanın hatırlamıyorum… Ama bu skora çok inanmıştım.

Hiç arayı soğutmadan anılarınızla devam edelim. Var mı o zamanlardan aklınıza yer eden başka bir anınız?

Anılar hiç biter mi? O kadar çok var ki… Mesela içeride Galatasaray’ı konuk ettik. Maçın hakemi Sadık Dede’ydi. Teknik direktörümüz ise Özkan Sümer. Özkan Hoca fazla disiplinliydi herkes bilir. 5-0’da galip gelseniz bile fark etmez. Yine çıkar bağırır çağırırdı. ‘Benim salak evladım’ kelimesini çok kullanırdı bize. Neyse maçın ilk yarısını 3-0 önde tamamladık. Ben sağ bek oynuyorum. Özkan hoca sürekli benimle uğraşıyor, ‘Benim salak evladım. Şöyle oynasana, şuraya pas versene’ diye… Hakem Sadık Dede ise sürekli hocayı uyarıyor. ‘Hocam bir dur Allah aşkına! Bak seni çıkaracağım!’ Özkan hoca dinler mi? Hâlâ kenardan talimatlar veriyor. Hakemin çaldığı ikaz düdüklerini duymuyor bile. O sırada bir pozisyon oldu. Ben tam taç atacaktım hakem koşarak olduğum bölgeye geldi. Yine Özkan hocaya uyarı yapıyordu. Özkan hoca bak seni son defa uyarıyorum, ‘Atacağım!’ Dayanamadım ve döndüm hakeme dedim ki, ‘Hocam… Atacaksan at! Sen de rahatla ben de rahatlayayım.’

Özkan Sümer’le anılarının yanı sıra Şehmuz Hoca’dan herkesin dinleme şansı bulamayacağı çok anılar dinledik. Özellikle sevgili Lemi Çelik ile yaşanılanlar… Şimdi yazarken bile gülüyorum ve iyi ki Diyarbakır’a gitmişim diyorum.

GÜÇLÜ BAĞLAR KURDUK…

Bordo-Mavili takımdan arkadaşlarınızla diyaloglarınız nasıl? Kimlerle görüşüyorsunuz?

Lemi, Hamdi, Hami, Ogün, Abdullah, Orhan Çıkrıkçı, Turgut Uçar. Sıklıkla görüştüğüm isimlerdir. Dostluğumuzu hiç bitirmedik aksine üzerine kattık. Ben sene de bir ay mutlaka İstanbul’a giderim. Arkadaşlarımı ziyaret ederim. Eski günleri konuşur yâd ederiz. Bağlarımızı hiç koparmadık. Unutmamakta, unutulmamakta güzel…

Ligde kaç golünüz var?

Türkiye liginde toplam 35 golüm var. Bu gollerin sekiz tanesini Trabzonspor’da attım.

Trabzonspor’dan neden ayrıldınız?

Hoca değişikliği oldu. Georges Leekens geldi ve kendi kadrosunu kurmaya başladı. Açıkçası biz de tereddüde düştük, ‘oynar mıyız oynamaz mıyız’ diye. Trabzonspor’daki performansımızı fark eden diğer takımlar o sıralar sürekli transfer teklifi yapıyorlardı. Ben teklifleri değerlendirmeye karar verdim. Kulüpte bu konuda anlayışlı davrandı ve yollarımızı ayırdık.

Eğer bu tereddüdü yaşamamış olsaydınız. Durum farklı olur muydu?

Kesinlikle… Trabzonspor’da kalmak futbol hayatımı orada bitirmek isterdim.

Trabzonspor’dan ayrıldıktan sonra futbol yolculuğunuz nasıl devam etti?

Trabzonspor’dan Kocaelispor’a geçtim. Bir yıl Kocaeli’nde oynadıktan sonra Altay’a transfer oldum. 2 yıl da Altay’da top koşturdum ondan sonra Diyarbakırspor’a geldim. İki yıl da kendi memleketimin takımına hizmet ettikten sonra 30 yaşında futbolu bıraktım.

ERKEN VEDA DAHA İYİ OLDU

Erken bırakmışsınız, neden?

Birkaç yıl daha oynayabilirdim ama böylesi daha iyi oldu.

Sonrasında neler yaptınız?

Diyarbakırspor’da futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük kursuna gittim. Diplomamı aldım ve iki yıl Diyarbakırspor’da yardımcı hocalık yaptım. Bir yıl yönetimde kaldım. Şimdi de Diyarbakırspor alt yapısında çalıştırıyorum. Bilgi ve birikimimi gençlere aktarmaya çalışıyorum.

KİMLİĞİMİ TRABZONSPORLA KAZANDIM

Uzun yıllar geçti aradan ama bağlar hiç kopmadı. Diyarbakırlı Şehmuz hiç unutulmadı. Size yüreğinizdeki Trabzonspor sevgisini anlatın desem neler söylersiniz?

İlk profesyonel olduğum kulüp Bingölspor fakat profesyonel futbol hayatımı kazandığım yer Trabzon’dur. Trabzonspor’un yeri kalbimde çok başka… Türkiye’de beni Diyarbakır’lı ya da Diyarbakırspor’lu Şehmuz değil, Trabzonlu ya da Trabzonsporlu Şehmuz olarak tanıyorlar. Zaten ben de kendimi öyle hissediyorum. Trabzonspor sayesinde bir kimliğim oluştu. İsim, şöhret sahibi olurken bir yandan da maddi anlamda hayalini kuramayacağım paralar kazandım. Eğer bu gün ben Şehmuz Suna olmuşsam bu Trabzonspor sayesinde olmuştur. Bunu asla inkâr edemem… Benim futbol oynadığım dönemde birçok Diyarbakırlı Trabzonsporlu oldu. Diyarbakır, Trabzon’un bir kolu oldu diyebilirim.

YETER Kİ TRABZONSPOR İSTESİN!

Trabzonspor yönetiminden size her hangi bir teklif gelse cevabınız ne olurdu? Trabzon’a dönmeyi düşünür müydünüz?

Trabzon’da yaşamak Trabzonspor’a hizmet etmek benim için her zaman onurdur. Bize ne görev verilse yaparız. Güneydoğu’da Trabzonspor’u temsil ettiğimi düşünüyorum ama buraya verilecek bir görevle maddi anlamda da katkı sağlamak isterim.

DİYARBAKIRDA FUTBOL OKULU ŞART!

Diyarbakır için Trabzon’un bir kolu olduğunu söylediniz. Burada Trabzonspor’la ilgili hayata geçirmek istediğiniz bir planınız, projeniz oldu mu hiç?

Sadri Şener’in başkanlık yaptığı yıllarda, ‘Diyarbakır Trabzonspor Sosyal Tesisleri’ adı altında bir proje hazırlattım. Ciddi anlamda her şeyi düşünülmüş, ince elenip sık dokunulmuş bir projeydi. Trabzonspor’un tüm menfaatlerini düşünerek hazırlattığım bu proje de benim için en önemli kısım ‘alt yapı’ olacaktı. Bu komplekste sosyal anlamda insanların ‘Trabzonspor’ adı altında kendini geliştirebileceği birçok farklı spor dalları da mevcuttu. En önemlisi ise Diyarbakır Trabzonspor Futbol Okulu olacaktı. Kendi tecrübemi bilgi ve birikimimi buradaki çocuklara aktarıp onları Trabzonspor’a göndermeyi hedefledim. Düşüncemi ve projemi Hayrettin Hacısalihoğlu ile paylaştım. Dedim ki, ‘Her yıl bir futbolcu bonservisine milyon eurolar veriyorsunuz. Gelin burada bir spor kompleksi yapalım. Ben tüm alt yapısını hazırlıyorum. Bu projeme destek olursanız gelen gelirin hepsi Trabzonspor’a gidecek.’ Fikrimi desteklediler fakat bir sonuca bağlanmadı. Burası Diyarbakır. Ve ben bir Diyarbakırlı olarak Bordo- Mavili takıma hem oyuncu olarak hem de taraftar olarak yıllarımı verdim. Burada benim gibi Trabzonspor sevdalısı çok fazla. Bu kompleksi hâlâ kurmak ve Trabzonspor’u burada gerçek anlamda temsil etmek istiyorum. Kısmet olursa yeni Şehmuzlar yetiştirmek istiyorum.

RUHUMUZ NEREDE?

Sizin döneminizdeki Trabzonspor ile bugünün Trabzonspor’u arasında ne gibi farklar var?

Bizim dönemimizde amatör bir ruh vardı sahada. Bir gönül bağı vardı… Ben ve takım arkadaşlarım için para hep ikinci planda kaldı. Asla maddi konular konuşulmaz ve yönetimimiz bize neyi uygun görürse ona imza atardık. Bizim için Trabzonspor önemliydi. Birlik ve beraberlik içinde kazanılacak başarıya odaklıydık. Şimdiki dönemde ise futbolcular forma aşkını geri plana bırakarak olaya daha profesyonel bakıyorlar. Eski ruhun kalmadığını düşünüyorum. Diğer takımlarda bu olabilir ama Trabzonspor’da bunun olmaması gerekiyor.

DENİZ GÖRMEDEN YAŞAYAMIYORUM…

Trabzon’da en çok neyi özeldiniz?

Akçaabat’ta köfte balık yemeyi, arkadaşlarla, taraftarlarımızla oturup sohbet etmeyi, deniz görmeyi acı tatlı anıları paylaşmayı kısacası o günlerimi çok özledim.

SABIR… SABIR… SABIR…

Son olarak Trabzonspor taraftarlarına neler söylemek istersiniz?

Trabzonspor taraftarını yakından tanıyorum. Sabırsızlar… Haklı olarak sabırsızlar çünkü onca senenin hasreti var. Muharrem Usta ve ekibi oldukça samimi ve güzel işlere imza atacaklar. Ben inanıyorum, taraftarımızda inanmalı. Taraftarların Bordo-Mavili takıma sahip çıkmalarını istiyorum. Ben buradan sürekli takip halindeyim. Kalbim hep Trabzonspor’la… Herkese sevgi ve selamları iletiyorum.

Diyarbakır’ın o yüze dokunulmaz sıcağında yüreğe su serpen insanların yanınızda olması size ferahlık veriyor. Ben de öyle hissettim… Diyarbakır’a ikinci yolculuğumun sonunda bir aile sahibi olduğumu anladım. Şehmuz Suna’nın bir baba bir ağabey gibi beni karşılaması, ilgilenmesi, oğlu Furkan’ın kardeş sevgisi ve duyarlılığı bana ‘senin yolun bir gün yeniden bu diyardan geçecek Elif’ dedirtti. Onların yüzüne kaç defa teşekkür ettiğimi bilmiyorum belki de unuttum… Ama ‘söz uçar yazı kalır’ denir ya öyle olsun benim teşekkürümde, yazım kalsın… Şehmuz Suna’ya oğlu Furkan’a ve Diyarbakır yolculuğumda beni hiç yalnız bırakmayan bu röportajın esas karelerini beni kırmayarak sizler için çeken bölge hakemlerinden Cihan Okçu’ya sonsuz sevgiler…

Bordo Mavili Life

Editör: TE Bilişim