En büyük zevklerimden birisidir, boş zamanlarımda sakladığım makaleleri karıştırmak… İş dünyasına, dolayısıyla hayata atılma çabalarımın arttığı son dönemde biriktirdiğim makale ve haberlerde konusu iş kazalarından ölen ya da sosyal güvenlikleri tam olarak sağlanamayan emekçilere dair materyallerde artış olması işçi çocuğu olmanın getirdiği bir psikoloji herhalde.

Yine dakikaların beyhude yere aktığı bir boş zamanımda artık sararmaya yüz tutmuş gazete kağıtlarından birinde kot taşlama işi yüzünden kanser olan işçilere dair bir habere rastladım. Bu habere üzülme hakkımı daha önce birden fazla kullandığım için bu sefer sayfasının arkasını çevirdim. Karşıma çıkan köşe yazısı çok ama çok manidardı : Ayhan Aktar'ın 30 Ocak 2012 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlanan "Amele Aklı" başlıklı yazısı…

Bir zamanlar,üç büyüklerin anlı şanlı başkanları vardı diye yazısına başlayan Aktar, 1989 yılında yaşadığı bir anısı ile devam ediyordu:

"…1989 yılıydı. Fenerbahçe bir sezon önce tarihi bir şampiyonluk kazanmış ve Rıdvan da parlamıştı. Ama sakatlıklar ve sorumsuzluk yüzünden dökülüyordu. Yine Fenerbahçe’nin kötü oynadığı bir maçta açık tribünden “Rıdvan sahaya” sesleri geldi. Fenerbahçe başkanı, müteahhit Tahsin Kaya tribünleri susturdu. Gazeteciler, Başkan’a neden böyle davrandığını sordular. Cevap nefisti: “Amele aklı ile inşaat yapılmaz!”

Tahsin Kaya’nın “amele aklı” dediği şey, açık tribün duyarlılığı idi. Açık tribün seyircisi, tekstil işçisi veya çırak olabilir. Kendi varoluşsal ezikliğini takımının galibiyeti ile dengelemek ister. İnsani bir şeydir. Ama Tahsin Kaya futbolu biliyordu. Sırf taraftarı memnun etmek için aptalca işler yapmayacak biriydi.Açık tribün seyircisine kalsa, takımın şampiyon olması için şike dâhil her şey mubahtır. "Ben de isterem" hödüklüğü, fanatiklerin gıdasıdır…"

Zaman içinde futbolun gelişip 400 Milyon dolarlık bir ligimizin olduğunu ama güzide kulüplerimizin başına yukarıda bahsini ettiğimiz amele aklına sahip başkanların geldiğini vurgulayan Aktar, Türk futbolunun dünya ile bağının koparılması pahasına amele aklının insafına bırakılmasına tepki gösteriyor ve siyasi iradenin devreye girmesi gerektiğini söylüyordu.

Yazının yayınlandığı tarihlerde Başbakan daha "kişiler cezalandırılsın, tüzel kişililere ceza verilmesin" , "gerekirse 5 yıl Avrupa ya gitmeyiz" türünden açıklamalar yapmamış olacak ki Başbakana yönelttiği 5 soru ile futbolun nereye gittiğini soruyordu.

Bu yazımızı okuyan herkesin Ayhan Aktar'ın alıntıladığımız yazısını okumasını tavsiye ediyor ve bu sefer hezeyanlarıyla yazımıza konu olacak başka bir yazıya geçiyoruz :

"…ABD, 6 Haziran 1944 Normandiya çıkarmasını yaptıktan sonra tüm Avrupa'ya olduğu gibi Türkiye'ye de pençesini attı. Kısa süre içinde bütün kurumları kendisine bağladı. Artık onların istemediği ne bir SİYASETÇİ, ne bir ASKER,ne de bir İŞADAMIsivrilemiyordu. "Ben kimseyi dinlemem" diyenler de acı sonakatlanıyordu.

Mesela bir sırrı arkadaşıyla paylaşan NihatErim gibi.İçeriyi ele geçiren ABD, Kurtuluş Savaşı'nda destan yazan milleti bir arada tutan Fenerbahçe'yide unutmamıştı…Özellikle yola tüküren adamı bile Washington'a rapor eden Şükrü Saraçoğlu döneminde sağlılık üst düzeydeydi! Yapacağı bir şey de yoktu! Çünkü gizli anlaşmalar bunun dışına çıkmasını engelliyordu!
ABD ile kurduğu iyi ilişkiler, Aziz Yıldırım'ın dayısı FARUK YALÇIN'aNATOMüteahhidi sıfatını kazandırdı. Yalçın Ailesi de bu yolla servet sahibioldu.Faruk Yalçın da stadaismini verdirerek Saraçoğlu'naolan vefasını sonsuza kadar gösterdi!

Yalçın, Saraçoğlu'nun kendisine verdiği desteği TEKFEN Holding'i kuracak olan Nihat Gökyiğit, Feyyaz Berker ve Necati Akçağlılar'dan esirgemeyecekti. 3 arkadaş,Yalçın'ın desteğiyle büyüyüp NATOmüteahhidi olacaktı. Neyse…

Amerikalıların çok korktuğu MİG SAVAŞ UÇAKLARIdosyasını alıp teslim eden Güney Sporelde efsane başkanlardan Zeki Rıza Sporel'in yeğeniydi.Hasan Sporel'in oğluydu. Hasan Bey, 1923'te Romanya karşısına çıkan Milli Takım'ın kaptanıydı. Galatasaray'a ilk golü atan Fenerli'ydi. ABD'ye eğitim için gittiğinde üniversite takımındaki katı defansı yüzünden adı Dardanel'e,yani Çanakkale'yeçıkmıştı. Daha sonra o da Fenerbahçe'ye başkan olma onuruna erişecekti.Daha önce yazdığımız için uzatmayalım…

Bu zincir Aziz Yıldırım'a kadar uzandı. Kendisi de NATO işleri yaptı. Para kazandı. Dayısının açtığı yolda yürürken hiç zorlanmadı.Yaptığı iş ve sahip olduğu ilişkiler sonucu askerlearası hep iyi oldu. Hem darbeciyle hem de milliaskerlerle oturup kalkıyordu. Bütün bunlarda bir sakınca görmüyordu…"

Buraya kadar benim de zaman zaman katıldığım bir mantık silsilesi içerisinde 10 Nisan 2012 tarihli yazısına devam eden Takvim'in genel yayın yönetmeni Ergün Diler, bu noktadan sonra kahve muhabbetlerini aratmayacak bir komploculukla, 27 Nisan e-muhtırasının ardından Aziz Yıldırım'ın sivil otorite ve Milli Türkiye'den yana tavır aldığını; bundan rahatsız olan ABD'nin de düğmeye basıp dinleme ve takiple Aziz Yıldırım'ı 150 yılla yargılanmak üzere tutuklattığını söylüyordu. Paranoyak –dileyen tehlikeli diye de adlandırabilir- aklın hezeyanları burada da bitmiyordu. ABD'nin Milli Türkiye’nin önüne geçmek için Cumhuriyet mitinglerinden sonra Cumhuriyeti harcı (!) bir camiayı da kışkırtmak istediğini hatta bunu fark eden Yeni ve Milli Türkiye’nin 150 yıldan yargılanan Aziz Yıldırım'ın yargılanma süresini 7 yıla indirdiğini hezeyanlarına ekliyordu…

Yazının okunabilirliğine halel getirmemesi ve zaten hasta olan bünyemin bu kadar komplo ve paranoyayı kaldıracak durumda olmaması nedeniyle yazımı burada nihayetlendirirken, Türk futboluna hakim olan "Tehlikeli ve Amele aklın" çeşitli sosyal meselelerde de bir toplumsal buhran misali karşımıza çıktığını ve bu hastalıklı hâl ile mücadele etmek adına yazımızı okuyan herkesin henüz okumamış olanlara ulaştırmasını istirham ediyorum.

Sağlıklı günlerde buluşmak dileğiyle...