Eskilerden kalma radyomun içerisine bir adet kaset yerleştirdim.Hiç düşünmeden başla düğmesine bastım. Aslında kaseti yerleştirirken içerisinde bulunan şarkıları da bilmiyordum.

İlk çıkan şarkı Gönül Akkor’un Kıskanırım Seni Ben şarkısı oldu.   

Daha sonra sırayla Emel Sayın’dan Gülizar, Kamuran Akkor’dan Yaktın Beni Dünya, Zeki Müren’den Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun...

Biri bitiyor ardından hafif bir cızırtı sesinden sonra müthiş bir şarkı başlıyor.

Daha sonra gelen bir şarkı beni benden almaya etti. Erol Evgin o müthiş sesiyle:

Hani eski bir resme bakarken, hani yılları sayar da insan, hani gözleri dolar ya birden, işte öyle bir şey... diyor.

Tam da bu şarkı beni benden almaya yetti..

Tam o esnada aklıma eski resimlerim geldi. 5-6 Yaşlarındaki halim... Şimdiki gibi marka takıntımız yoktu bizim. Şu marka olsun şu renk olsun gibi bir seçeneğimiz olmazdı. Annemiz neyi giydirirse ona itiraz edemezdik. Öyle ellerimizde telefon, ipad, tablet, bilgisayarla da büyümedik, sabahtan akşama kadar sokakta ip atlar, top oynardık. Karnımız acıkınca Ayşe Teyzeden salçalı ekmek isterdik. O da sürer verirdi. Şimdiki çocuklar bunu yapamıyor. Ellerinde telefon veya bilgisayar, karşılarında televizyon sabahtan akşama kadar bir monitöre bağlı olarak yaşamını sürdürüyorlar. Eski resimlerime şöyle bir baktım da, üzerimde örgüden başka bir elbise yok. Örgü elbise, örgü ceket, örgü yelek...

Muhtemelen 1990’lı yıllarda çekilmiş dedim içimden. İstesem de istemesem de yılları saydım şarkıda dediği gibi. Üzerinden tamı tamına 30 yıl geçmiş. İstemsiz gözlerim doldu. Önceden yaşadığım bir 31 Aralık günü geldi aklıma.

Eski 31 Aralıklar böyle değildi. Mesela illa yılbaşı gecesi kar yağardı. Evimize o gün soğuk gelmesin diye tahta pencerelerin arasına bir naylon tutuşturulurdu. Rüzgar değdikçe o naylon bir sağa bir sola gerilirdi. Cama çarptıkça da hepimizi ürkütürdü. Dışarı da o kadar soğuk varken tek odada sobanın etrafında 8-9 kişi birikirdik. Kimi kestane pişirir, kimi mısır patlatır, kimi de çay hazırlardı. Yalnızca aile mensubu olanların tatlı bir telaşı olurdu. TRT ekranlarında yayınlanan yılbaşı programları da gecenin vazgeçilmezleri arasındaydı. Normalda saat 21.00’da uyuyan babamız bile o gün saat 00.00’a kadar uyanık kalırdı. Annem derdi ki yıla nasıl girersen tüm yıl da öyle geçer. Çocuk aklı işte oynaya oynaya girerdik. Aslında içimizde tatlı bir mutluluk vardı. O mutluluk neşeli günler yaşama isteğimiz içindi. Tüm olumsuzluklara rağmen hayatta kalma mücadelesi vereceğimizi nerden bilebilirdik ki...

Gözlerim doldu. Ağlayacaktım ki bir cızırtıyla ürktüm... Sonra o şarkı kendini belli etti:

Dünya dönüyor sen ne dersen de, Yıllar geçiyor, fark etmesen de...

Hakikaten de şarkıdaki gibiymiş. Dünya dönüyor, yıllar bizi bizden alarak gidiyor. Her yıl bir sevdiğimizi daha kaybediyoruz. Bu yılbaşımız geçen yılki gibi olmayacak. Bu yıl korona sebebiyle ev hapsinde geçireceğiz yılbaşımızı. O halde bugün size bir tavsiyem var.

Hayatta neler yaşadığınızı, bugünlere nasıl geldiğinizi hatırlamak istiyorsanız çocukluk resminizi bulup onu inceleyin, çekildiği günü hatırlamaya çalışın. Baktığınızda dilinizden şu cümleler dökülebilir:

Paramız yoktu, yoksulduk ama çok mutluyduk...

Bugünü evinizde olsanız bile iyi değerlendirin. Ne giden bir daha geliyor ne de zamanı durdurabiliyoruz. Ne olursa olsun umudunuzu sakın kaybetmeyin. 

Hepinize sağlıklı, mutlu, huzurlu yıllar diliyorum.