Cora konuşmasında ülkede spor yapanların sayısının arttırılması gerektiğini vurgularken başarılı olmak için de yetenek keşfinin önemli olduğunu söyledi.

Salih Cora'nın konuşması şöyle:

Türkiye'de stadyumların "Geçenlerde Paulo Coelho'nun ikinci kez okuduğum "Işığın Savaşçısı" adlı kitabından sonra onun hayat hikâyesini kısaca incelediğimde çok güzel bir sözüne rastladım. 2006 yılında Almanya'da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası'nı yerinden izleyen Brezilyalı ünlü yazar Paulo Coelho gördükleri karşısında etkilenerek "Futbol dünyayı değiştiriyor." demişti. Bu değişimin en son ve somut örneklerini Güney Afrika'da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası'nda gördük, bütün dünyanın gözü oraya çevrilmişti. Bu tür uluslararası organizasyonların fiziksel ve zihinsel gelişime katkılarını bir arada düşündüğümüzde, esasında, Paulo Coelho'nun sözüne bir katkı da şöyle yapmak istiyorum: Sadece futbolun değil sporun her türünün değiştirici ve geliştirici bir yanı var. Güney Afrika'dan bahsetmişken bu ülkenin efsane lideri Mandela'nın bir sözünü de konuşmamda sizlerle paylaşmak istiyorum, Mandela diyor ki: "Spor, çok az şeyin yapabileceği bir şekilde insanları bir araya getirme gücüne sahiptir. Spor, bir zamanlar sadece üzüntü olan bir coğrafyada umut yaratabilir. Irksal engelleri ortadan kaldırır, her türlü ayrımcılığın yüzüne karşı güler. Spor, insanların anlayacakları dilden konuşur." Bu dilin insanları nasıl zenginleştirdiğini çocukluğunu futbolla yatıp kalkan bir ilde büyümüş birisi olarak çok daha iyi bir şekilde anlamaktayım. Trabzon coğrafyasında, ben de geçmişte amatör de olsa futbol oynamış, daha sonra, avukat olduktan sonra da birçok kulüpte yöneticilik yapmış ve daha sonra da vekil olarak sporun sadece insanımızı değil ülkemizi de nasıl geliştirdiğine yakından tanık oldum ve buna da yürekten inanmaktayım. Özellikle, 2010 yılında yaşadığımız bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. 2010 yılında 24 takımın katıldığı Dünya Basketbol Şampiyonası'na ev sahipliği yapan Türkiye'yle alakalı olarak FIBA'nın Genel Sekreteri Patrick Baumann'ın "Türkiye, FIBA'nın altmış yıllık dünya şampiyonaları tarihinin en başarılı organizasyonunu yaptı, 200 ülkeden 1 milyar seyirci şampiyonayı takip etti." sözleri hâlâ kulaklarımızdadır.

Öte yandan, dünya spor enstitüsünün ne kadar büyük bir güç hâline geldiğinin farkına varmamız gerekiyor. Bu yıl ulaşılan rakam 129 ülkenin millî gelirinden fazla, 200 milyar dolara yaklaşan bir sektörden bahsediyoruz. Ancak, sporun rakamlardan, satışlardan ve sponsorluklardan bağımsız, bu kavramların çok daha ötesinde bir anlamı daha vardır. Spor endüstrisi ne kadar gelişirse gelişsin unutmamamız gereken bir şey daha vardır; bu da yediden yetmişe her yaştan, her kesimden insana, kimsesiz çocuklara, engellilere spor yapabilme ortamının yaratılmasıdır. Her organizasyonda sosyal sorumluluk bilincini aklımızdan çıkarmamız gerekiyor.

Yine, önemli bir nokta da 80 milyon nüfusu olan ülkemizde ilk ve ortaöğretim seviyesinde bulunan öğrenci sayımız 17 milyon civarındadır. Bu rakamın birçok ülkenin nüfusundan fazla olduğunu belirtmeliyim. Bu göstergelere baktığımız zaman, Türkiye'nin jeopolitik konumunu da değerlendirdiğimiz zaman bir tarafı Avrupa'da, bir tarafı Asya'da; uluslararası ilişkiler yönünden Avrasya'yla, Kafkaslarla, Afrika'yla, dünyanın her bir tarafıyla ilişkileri olan bir ülkenin bu ilişkilerini daha da güçlendirmesi adına olimpiyat düzenleme noktasındaki kararlılığını devam ettirmesi gerekiyor. Şunu kesin bir şekilde ve altını çizerek ifade etmeliyim ki bugüne kadar yaptıklarımız, tesisleşme, altyapı ve diğer yatırımlara baktığımızda Türkiye'nin olimpiyat düzenlemeye hazır olduğunu göstermektedir. Yönetimdeki istikrarlar ve organizasyon yeteneklerimiz ile ülkemiz bu zamana kadarki girdiği tüm sınavlardan başarıyla geçmiştir. Bunda emeği olan tüm yöneticilerimize de şükranlarımızı sunuyoruz. Ancak 2020 olimpiyatlarını Tokyo kazandı, ne yazık ki İstanbul çok hak ettiği hâlde kaybetti, olimpiyatları alamadı. Bu tecrübe bana İkinci Dünya Savaşı'nı kaybettikten sonra büyük bir kalkınma hamlesiyle ülkelerini yeniden inşa eden Japon halkının meşhur sloganını hatırlattı. "Biz kaybettiğimiz için kazandık." dediler. Kaybetmek bazen kazanmanın anahtarıdır. Bu deneyimimizi ve bu arzumuzu devam ettirmeliyiz. Bu nedenle altyapı çalışmalarımızı ve adaylık sürecinde taahhüt ettiğimiz tüm sözleri sanki olimpiyatların aday ülkesiymişiz gibi yerine getirmemiz gerekiyor. Her anımızı, her günümüzü olimpiyatlara ev sahibi olacakmış gibi çalışmalıyız. Yani Japonların dediği gibi kaybetmemek için kazanmalıyız, başarmak ve kazanmak için ille de olimpiyatları da almak zorunda değiliz. Ben dünyaya meydan okuyacak, iddialı sporcular çıkaracak, olimpiyatlarda madalya sıralamasında ilk 10'larda bir ülke hayal ediyorum ve buraya da ulaşacağımıza yürekten inanıyorum. Bugün ne yazık ki bu seviyede değiliz onca yatırımımıza rağmen, bunu da kabul etmek zorundayız. Ancak yerli otomobilin ülkenin gündeminde ilk sıralarda olduğu bir günde Ford otomobil firması kurucusu Henry Ford'un dediği gibi "Hata değil, çare üretmeliyiz." O yüzden Türk sporu için yeni bir vizyon hep birlikte ortaya koymalıyız. Karşılaştığımız problemleri onları yaratan düşüncelerle, onları yaratan düşünce tarzıyla değiştiremeyiz. Dolayısıyla Türk sporunda köklü reformların yapılmasının zamanı gelmiştir. Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu andan itibaren Türk sporu için yaptıkları ve verdikleri demeçler ortadır. Sadece yedi sekiz ay içerisinde dahi en az 10 kez sporla ilgili özlemlerini ifade eden demeçlerini ortaya koymuştur. Bu demeçlere baktığımıza dair reform için birçok ipucu ortadadır. Beraber, bizatihi bu reform ihtiyacını Sayın Cumhurbaşkanımızın da arzuladığını görmekteyiz. "Mesela basketbol, yüzme, güreş ve tenisi yaygınlaştırmamız lazım. Bunun için de merkezî yönetimler ile yerel yönetimleri paslaştırarak yapmalıyız." sözünü nisan ayında söylemişti.

Bir hususun daha altını çizmek istiyorum. Sporda elde edilecek başarı kısa dönem çalışmalarının ürünü olamaz. Hele ki olimpik branşlarda kesinlikle planlanmış, uzun ve meşakkatli bir yoldur bu başarı serüveninde. 2020 değil, 2024, hatta 2028 olimpiyatlarında başarılı olmak bugünden planlama yapmayı gerektirmektedir. Bu planlama yapılırken en önemlisi işin alfabesi gibi yetenek keşfi yapılmasıdır. Yeteneği keşfedecek yapılarımızı ortaya koymalıyız ama diyelim ki yetenekleri keşfettik, doğru branşlara yöneltecek eğitmenleri yetiştirebildik, bu hususta bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum aklımda kaldığı kadarıyla. Ormanda hayvanlar bir araya toplanmışlar, dediler ki: "Kendimizi geliştirmek için bir okul kuralım." Bu okulu kurmak için önce modern binalar inşa ettiler, tesisler inşa ettiler, sonra tekrar bir araya geldiler, dediler ki: "Bu okulda nasıl eğitim göreceğiz, bir eğitim müfredatı belirleyelim." Dünyanın çeşitli ülkelerindeki eğitim müfredatlarını incelediler, içlerinden birisi dedi ki: "Güney Kore'deki eğitim modelini tercih edelim. Güney Kore'de mutluluğu esas alan bir sistem var." Bir diğeri dedi ki: "Finlandiya'daki eğitim sistemini tercih edelim, orada sınavsız bir sistem var." Bir başkası dedi ki: "Almanya'yla Rusya'nın eğitim sisteminde küçük yaşlarda yeteneğe yönlendirme vardır, bunu tercih edelim." Aralarından bir başkası da dedi ki: "Türkiye'deki müfredatı tercih edelim, Türkiye'deki müfredatta kimya var, biyoloji var, matematik var, fizik var, bütün dersler var. Bu derslerden de geçebilmek için çok çalışmak gerekiyor, sınav vardır, sınavı geçtiğinde de başarılı olursun." Buna karar kıldılar, ilk ders uçma dersi. Tavşanı çıkardılar binanın en yüksek katına, garibim tavşan dersi geçmek için oradan uçmaya çalıştı, yere çakıldı. Bırakın uçma yeteneğini koşma yeteneğini kaybetti. İkinci ders, toprak kazı dersi, kuş toprak kazma dersine girdi, gagasıyla toprağı kazmaya başlayınca gagası kırılıyor, bırakın kazma yeteneğini uçma yeteneğini kaybetmiş oluyor. Peki, derste kim başarılı oluyor? Derste tatlı su yılanı başarılı oluyor. Biraz birinden, biraz başkasından bildikleriyle beraber durumu, vaziyeti idare edip başarılı oluyor. Yani burada şunu ifade etmek istiyorum. Her şey iyi gitse dahi yeteneğini keşfettiğimiz ve doğru branşa yönlendirmemiz gerekiyor. Doğru branşa yönlendirmemiz de yeterli değil, bunları geliştirmek, üst düzey sporcu yapacak ortamı hazırlayabilmemiz gerekiyor.

Sayın Bakanımız da daha önce kendisine de bir konuyu arz etmiştim, Ankara'da yaşanan bir olayı. Ankara'da TOHM sporcusu bir kişi Ankara Tenis Kulübünde antrenmana çıkmak istiyor olimpiyatlara hazırlanmak için. Ankara Tenis Kulübünde öyle bir yapı oluştu ki öğrenci velisine bir yazı yazıyorlar, diyorlar ki: "Performans tenis oyuncusu Süleyman, mevcut sportif başarısı ve durumu değerlendirilerek kulübümüzün performans grupları içerisinde oğlunuzun tenis ve yaş seviyesine uygun bir grubun bulunmadığını üzülerek tespit etmiş bulunmaktayız." Yani olimpiyatlara hazırlanan bir sporcuya yani Ankara'nın en köklü tenis kulübü antrenman programı ayarlayamıyor ve hâlen bu kişiler hakkında da soruşturma başlatılmış değil. Yani bunu özellikle belirtmek istedim, sporcularımıza destek vermemiz gerekiyor, olimpiyatlara hazırlanmaları için uygun ortamlar oluşturmalıyız. Bunların yetişeceği tesislerimiz, antrenörlerimiz, spor psikologlarımız ve en önemlisi daha küçük yaşta spor iklimine sokacak eğitim modelleri oluşturmalıyız. Elbette spor alanını düzenleyen, denetleyen ve yol gösteren Spor Bakanlığı ve spor yaptırma hiyerarşisine sahip federasyonlar, elbette kulüplerimiz, belediyeler, sporcular, hiçbirisini unutmadan şunu söylemeliyiz: Hep birlikte Türk sporu için bir pusula ihtiyacını ortaya koymalıyız çünkü tüm bu saydıklarım, tüm bu paydaşların performansını artırmakla mümkündür. Yukarı çekmeliyiz, bu kapsamda bazı önerilerimi sizlerle paylaşıp sözlerimi sonlandırmak istiyorum. Öncelikle kitle sporunu, okullarda sporu ve performans sporunu kademelere ayırarak planlamamız gerekiyor. Kitle sporu yediden yetmişe herkesin her yerde spor yapma faaliyeti ve fırsatı ve ortamı yaratma anlamını taşımaktadır. Okullarda sporda Türkiye gibi nüfusu genç ülkelerde 17 milyon öğrencinin hem spor hem sağlık açısından hem de sporun altyapısı açısından çok önemli görmekteyiz. Elit sporcuların yarıştığı ve dünyanın her ülkesinde birçok sporcuya karşı giriştiği yarış daha ziyade performans sporunu oluşturmakta. Bu üç yapıya baktığımızda birbiriyle bağlantılı gibi gözükse de aslında üç ayrı uzmanlık isteyen, milyonları ilgilendiren bir organizmadır. 60 yaşındaki birinin sağlıklı yürüyüş ve egzersizleri için park gibi ortam ve eğitmenler yaratmak ile 18 yaşında olimpiyatlara hazırlanan bir boksörün, güreşçinin, atletin performansı, antrenmanlarının organizasyonları birbirinden tamamen farklıdır. Yine, her ne kadar içerisinde "spor" kelimesi geçse de okullarda spor konusunda iki yapının tamamen dışında özel bir ihtisas alanı vardır. Eğitim ve öğretim çalışanlarının içerisinde bir yandan sağlıklı yaşam ve zinde öğrenciler oluşturmak, diğer yandan da spora yetenekli öğrencileri tespit ederek ve de eğitimlerini aksatmadan bir nevi sporun alt yapısını oluşturacak şekilde uzman beden eğitimi öğretmenlerinin eğitimden geçmiş öğretmenler tarafından doğru branşa yönlendirmeleri ve sonra geliştirme planları, kulüplerle iş birliği, daha birçok başlıkta toplayacağımız spor aktivasyonlarından bahsediyorum. Okul sporunu önemsememin bir sebebi de uzun yıllar Okul Sporları Federasyonunda Başkan Vekilliği görevinde bulundum. Eğitim ile sporu eğer birbirine dengeli bir şekilde gerçekleştirirsek sporun altyapısına oradan kavuşabiliriz.

Bütün bunları anlattıktan sonra, aslında bu üç farklı alanda yeni yapı, farklı ve birbirinden bağımsız yapılar kurulmasını önermekteyiz. Bir başka hususu da Sayın Bakanım -bu biraz belki size ütopik gelecek ama- belirtmekte yarar görüyorum, değerlendirmenizi istiyorum: Nasıl federasyonlar bağımsız olduktan sonra başarı yakalamışlarsa aynı şekilde Spor Genel Müdürlüğünün yapısının da değiştirilerek TRT gibi, RTÜK gibi bağımsız bir yapıya kavuşmasının ve tüm spor branşlarını denetleyen, gözetleyen bir yapıda olmasının yararlı olacağını düşünmekteyim.

Yine, Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi, artık belediyelerin de devreye girmesi gerekmektedir. Bunun için de bir model ortaya koymalıyız. Özellikle il ve ilçelerdeki spor müdürlüklerinde belediyelere bağlı kuruluşlar ve onlarla entegre kuruluşlar olması gerekmektedir.

Efendim, bir başka husus da sporda kapitalist düzene son vermemiz gerekiyor. Bugün Hükûmetimizin koyduğu 10 milyon faal sporcu sayısına ulaşmak ve elbette dünya ülkeleriyle mücadele edebilecek sporcular yetiştirebilmek için öncelikle sporcu bulmalıyız. Bunun en temel güçlüğünün de ne yazık ki burada da tespitini yapmalıyız. Türk sporunun altyapısını maalesef kapitalizm teslim almış durumdadır. Bunu niçin söylüyorum? Yani bir çocuk yüzücü olmak istiyorsa -futbolcu, basketbolcu, voleybolcu veya hangi branş aklına geliyorsa- para ödemeden spor yapma şansı olmuyor. Ben kendi çocuğumu yüzme sporuna yönlendirdim, jimnastik ve yüzme. Her kurs için ayrı ücret, hepsi için ayrı bir para ödenmesi gerekiyor. Bu manada, çocuklarımıza daha kolay, ucuz, hatta parasız, kaliteli antrenörlerle sağlıklı ortamda antrenman ve spor yapma imkânı sunmalıyız. Yoksa hem futbolda hem basketbolda yabancı oyuncu tartışmasını sürekli yapacağız. Atletizm, yüzmede devşirme sporcuyu ve diğer branşlarda yaşananları hep beraber yine tartışmalıyız, bundan kendimizi kurtarmamız gerekiyor. Ayrıca, başarılı ve yetenekli sporcular için de yaşam boyu destek projelerini hayata geçirmemiz gerekiyor. Aslında, Hükûmet programında yer alan ve yetenekli sporcuları olimpiyatlara hazırlayan TOHM projesi teoride çok başarılıdır ama uygulamada bazı aksiliklerle, sıkıntılarla, eksikliklerle karşılaşılabilmektedir.

Sporcu yetiştirmek uzun süreli ve meşakkatli bir yoldur. TOHM da bu amaçla kurulmuş ve Hükûmetimizin spor alanındaki en önemli ve iddialı projelerinden biridir. Az önce konuşmamda da ifade ettim, biz bugünden 2024'leri, 2028'leri planlamalıyız. İşte, TOHM, ülkemizin her yerinde yetenekli çocukları 9'lu, 10'lu yaşlarda tespit ederek sisteme entegre etmeli, üst düzey antrenörler ve mentorlar, beslenme uzmanları eşliğinde çalıştırmalıdır. Birçok ülke de bu şekilde yapmaktadır.

Her branşın kendi doğasına uygun planlama yapılmalıdır. Boks, güreş gibi branşlarda 8-9 yaş erken iken yüzme, jimnastik, tenis gibi branşlarda ise 15-16 yaş çok geç olarak görülmektedir. Son olarak, bir başka hususu da -konuşmamı toparlamak adına- söylemek istiyorum. Mevcut statlarımızı da gözden geçirmemiz gerekiyor. Biz çok modern statlar yaptık, bu statları bence kulüplerine satmamız gerekiyor. Yirmi-otuz yıl vadeli bir planla beraber kulüplere satmalıyız, elde edilecek geliri sportif faaliyetlerde değerlendirebiliriz. Örneğin, Galatasaray'ın stadına yaklaşık 300 milyon dolar civarında bir kaynak aktarıldı. Bugün Galatasaray stattan 80 milyon civarında gelir elde etmektedir. Bu gelirin bir kısmıyla kendi stadını kendisi alabilir, vadeli bir şekilde bu değerlendirilebilir.

Son olarak da tüm ilçelerimizde, illerimizde yüzme havuzları kurduk sayenizde, bunu bütün ilçelerimize de yaygınlaştırmamız gerekiyor.

Daha önce tribün teröründen bahsetmiştim. Sayın Bakanım, tribün terörüyle alakalı olarak bir proje hazırladım, bunu sizlerle de ileride paylaşmak istiyorum. Sadece Spor Bakanlığını ilgilendiren bir durum değil, aynı zamanda İçişleri Bakanlığını, Adalet Bakanlığını ilgilendiren bir husustur. Futbolun, sporun kanseri tribün terörüdür, şiddettir. Bu manada hazırlamış olduğum bu çalışmayı geniş bir zamanda sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Editör: TE Bilişim