Ahmet Ağaoğlu’nu 1990’lı yılların başında tanıdım. Odessa’ya gidince şantiyesine uğradım. Sonraları arasıra ayaküstü konuştuk telefon muhabbetimiz oldu.

Trabzonspor Başkanlığına seçildikten sonra ne ben aradım ne de o! Bize ihtiyacı olmadığı için aramasına da sebep yoktu! 

Başkanlığa geldiği günden bugüne Kuzey Ekspres olarak kendisine ve yönetimine destek verdik. İyi işler yaptığı sürece desteğimiz devam edecektir.

Yüksek koltuklara oturanların birçoğunun, işler iyi gidince egoları tavan yapar. Bu egonun tavan yapması her insanda var mıdır, bilemiyorum. Mesela Atay Aktuğ’da, az da olsa Sadri Şener’de, Muharrem Usta’da bu özellik vardır. Ahmet kardeşimizin de bu isimlerden pek farkı yoktur, hata daha da yüksek egoludur. Ama Şamil Ekinci, Faruk Özak, Ahmet Celal Ataman, Salih Erdemler vs. ne kadar yüksek koltuklarda oturursa otursunlar, kupalar kazansalar ki kazandılar, hiçbir zaman ne yürüyüşlerini, ne konuşmalarını ne de kendilerini yüksekte görmediler, eylemlerini de değiştirmediler. Sade ve mütevazi oldular. Ve farklı görüşteki insanların da takdirini kazandılar.

Şimdi diyeceksiniz ki, bir kulüp başkanının takım galip geldikten sonra soyunma odasına inip sevinç çığlığı atması veya medyada devamlı boy göstermesi, farklı söylemlerde bulunması, insanlarla ilişkilerinin değişmesi, kendisini Kaf dağında görmesi ile egonun ne ilişkisi vardır. 

Ünlü düşünür Freud ‘ego’yu şahlanmış bir at üzerindeki şövalyeye benzetir. Latince bir kelime olan ‘Ego’nun sözlük anlamı; ben, benlik, kendilik demektir.  

Ahmet kardeşimizi ben de şahlanmış bir at üzerindeki Şövalyeye benzetirim. Yalnız Ahmet’i mi, Hayrettin Hacısalihoğlu da aynıdır.

Ego, doğuştan da kazanılır sonradan da. Çevresi bir kişiye, ‘sen şahsın, padişahsın’ dediğinde o kişi kendisini bir zaman sonra şah, padişah görmeye başlar.

Trabzonspor’daki temel sıkıntının kaynağı Başkanlığa ve yönetime gelen kimilerinin ‘ego’larını kontrol altına alamamalarıdır... Ki almaları da mümkün değildir. Çünkü hepsi kendilerini birer şövalye olarak görmektedirler.

Ahmet kardeşimiz de kendisini artık bir şövalye olarak görüyor.

Şövalye, atlı iyi bir savaşçıdır. Bu doğru da, şövalyenin tek başına sonuç alamayacağı da bir gerçek. Tonya’da bir mezar taşına yazılan, ‘vurdi vurdi vurildi’ gibi bir şey.

Trabzonspor gibi bir kulübü, ‘şahlanmış atın üzerindeki şövalye’ gibi yönetmeye kalkarsan İHO’ların, USTA’ların akıbetine uğrarsın. Trabzonspor gemisini yürütmek bir yana, karaya bile oturtamazsın ve batırırsın.

O nedenle, şövalyeliği bırak aklıselim hareket et. 

Çalışacağın ekibi seçerken, geçmişlerine bak, farklı kesimlerin görüşlerini al. 
​​​​​​​
Koltuk sevdalıları ile değil; iş üreteceklerle, katkı koyacaklarla, projecilerle, anlaşabileceklerinle yol arkadaşlığı yap.