Sevgili okurlarım. Pazar akşamı yaşanan rezaletten sonra affınıza mağruren bugünkü yazımı biraz uzun tutacağım ve sabırla, sonuna kadar okumanızı istirham edeceğim.

Bu yazı sadece bir maç için yazılmış değil. Bu, yılların birikmişliğinin yazıya dökülmüş halidir. Elimden geldiğince gerçekleri yazmaya, cefakar Trabzonspor taraftarının hislerine tercüman olmaya çalıştım.

Pazar gecesi bir kez daha gördük Fenerbahçe cumhuriyetini. Her türlü alavere dalaverenin döndüğü cumhuriyet içinde bir Cumhuriyet.

Ne kadar büyük bir klüp olduklarına Pazar akşamı bir kez daha tanık olduk. Biz bunları çok gördük. Yıkıldık mı? Asla! Pes ettik mi eder miyiz? Lügatımızda yok öyle bir kelime. Kırk senedir türlü entrikalarla şampiyonluğumuzu çaldılar yıkılmadık da bir maçla mı yıkılacağız? Daha da güçleneceğiz, daha da kenetleneceğiz.

Dün akşam Galatasaray yenildi. Bu köprünün altından daha çok sular akacak. Evet Fb’nin bu sene şampiyon yapılması için her yol denenecek. Zira Mustafa Kemal’in askeri Ali Koç bir yılda üçüncü kez gitti saraya. İçişleri bakanı bile bu kadar sık ziyaret etmiyordur sarayı.

Zira fena halde köşeye sıkıştı. Üç yılda 50 futbolcu gönderip 70 futbolcu transfer ederek kulübünü iflasın eşiğine getiren vizyon adamı Ali Koç, bu sene 22 transfer yaparak son atımlık barutunu kullandı. Şampiyon olamazsa Fenerbahçe cumhuriyeti iflas edecek. O yüzden ne yapmalı ne etmeli Fb şampiyon yapılmalıdır.

Yıl 4 Mayıs 1996. O zamanlar Hukuk Fakiltesi’nde öğrenciyim. Şampiyon olacağız diye o ay babamın gönderdiği bütün harçlığım ile büyük bir pankart yazdırmıştım ve param kalmamıştı. İstanbul’dan Trabzon’a otobüs bagajında gitmiştim. 4 Mayıs’da Vakfıkebir’e geldim ve babamdan maç bileti için para istedim. "Onu, aylık harçlığın ile pankart yazdırırken düşünecektin, para yok" dedi. Ailemden habersiz yemelik ayrılmış fındığımız ve buzdolabındaki tereyağını satıp bilet parası yapmıştım.

Vakfıkebir sahil yolunda yarım saatte bir çevik kuvvet otobüs konvoyları geçiyordu. Beş Mayıs sabahı Trabzon’a gittiğimde şehirde polisten adım atacak yer kalmamıştı. Tokat, Çorum, Amasya, Ankara, Samsun, Ordu, Giresun, Artvin, Rize’de bulunan bütün çevik kuvvetler Trabzon’a getirilmişti. Dersiniz iç savaş çıkacak.

Beş Mayıs 1996 gecesi Trabzonspor’un tek kale oynadığı maçı Fenerbahçe 1.5 pozisyon ile kazandı ve şampiyon oldu. Kimse Oğuz Çetin’in frikikinde kalecimiz Metin Mert’in ellerinin arasından geçen top ile kapattığı köşeden yediği golü irdelemedi. Bu maçtan bir hafta önce Vanspor’un ceza sahası içinde oynanan ve Vansporlu futbolcuların ölümüne oynadığı maçı irdelemedi.

Trabzonspor o sene, o muhteşem kadrosu ve Şenol Güneş ile şampiyon olsaydı, şampiyonlukların peşi gelecek ve 1970’lerdeki gibi şampiyonluklara ambargo koyacaktı. Ama ne oldu? Her yıkımdan sonra olduğu gibi kadro dağıtıldı, Trabzonspor siyaset ve ticaret çıkar gruplarının kucağına terk edildi.

Yıllar sonra efsane başkan Özkan Sümer geldi. Dağılan kulübü toparladı. Alt yapıda yeni hamleler yaparak yeniden yapılanmaya gitti ve 2004 yılından itibaren yeniden şampiyonluğa oynamaya başlayan kadroyu kurdu.

Yıl 2005, Fenerbahçe’den bir puan gerideyiz, Kadıköy’de oynuyoruz ve yenersek şampiyonuz. Hakem Zonguldak Barosu avukatlarından Cem Papila. Maçta, maçın kaderine etki eden ve hepsi Trabzonspor aleyhine 17 tane hatalı karar tespit ediliyor. Nobre’nin ofsayt golü hakem kurslarında ders olarak verilecek nitelikteydi. Fatih Tekke’ye yapılan penaltı uluslararası uzay istasyonundan görülüyordu. Gene Fenerbahçe şampiyon.

Aynı Cem Papila 2006 yılında Beşiktaş 9 puan önde giderken, Beşiktaş Samsunspor maçında Beşiktaş’a 5 kırmızı kart gösterdi. 0-4 yenilen Beşiktaş o maçtan sonra tepetaklak gitti ve Fenerbahçe 9 puan geriden gelerek şampiyon oldu. O sezon mesleğinin daha başında olan Cem Papila hakemliği bıraktı.

Kriz yine kapıdaydı. Kaçan bir şampiyonluktan sonra daha Trabzonspor’un kadrosu dağıldı ve her krizde olduğu gibi yine malum ellere düştü koskoca Trabzonspor. İktidarın has adamlarından, Trabzon Limanı'nın Trabzonspor’a verilmesini engelleyen Nuri Albayrak geldi. Yine kötü yıllar başladı.

Sonra Av.Cem Papila’nın, Fenerbahçe asbaşkanı Av. Şekip Mosturoğlu ile sınıf arkadaşı olduğu ortaya çıktı. Hatta ne sınıf arkadaşı, ailece görüşen, girip çıkan ahbap oldukları anlaşıldı. İrdelendi mi? Hesap soruldu mu? Tabiki hayır. Biz bunlara alıştık, alıştırıldık. Hak aramak mı? O da nedir? Yenilen bir şey mi?

Nuri Albayrak ile takım sportif ve ekonomik olarak dibe vurunca 2008 yılında Sadri Şener geldi. O dönemin parasıyla 50 milyon dolar gibi hatırı sayılır paralar harcanarak 2010 yılının şampiyon kadrosu kuruldu

Geldi çattı 2010-2011 sezonu. Trabzonspor dokuz puan öne geçince devre arasında Aykut Kocaman’ın “Trabzonspor’un penaltıları irdelenmeli” sözleriyle operasyon başladı. Gerisi malum.

2010’da oğlum doğdu. Evimi, oğlumu ihmal edip deplasmanlara gittim. Oğlumun rızkından kesip Ts Clup’e yatırdım. Sonuç?

Yine çalınan bir şampiyonluk, dağılan takım, bozulan ekonomi ve kriz. Yine siyasetin ve ticaretin kucağına itilen bir klüp. Bu sefer devlet de Fenerbahçe cumhuriyetinin arkasında. İktidarıyla, muhalefetiyle. Hak arandı mı? İktidarın klübün başına koyduğu kuklaların, tarafatarın gazını almak için yaptığı göstermelik girişimler dışında yine hak aranmadı.

UEFA Tahkim Kurulu Fenerbahçe’ye 3 maçta şike yapmaktan, 3 maçta da teşvik pirimi vermekten iki yıl Avrupa Kupası’ndan men cezası verdi. Yapılan itirazlar üzerine dünya üzerinde yargılamasına en çok güvenilen kurum olan Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi C.A.S.’a gidildi. C.A.S. gerekçeli kararında “Fenerbahçe’nin 3 maçta şike yaptığı ve üç maçta teşvik pirimi verdiği net olarak ortadadır. Ancak UEFA Tahkim Kurulu’nun Fenerbahçe’ye verdiği 2 yıl men cezası ödül gibidir. Fenerbahçe’ye en az beş yıl Avrupa kupalarından men cezası verilmeliydi” diyordu. Fenerbahçe Cumhuriyeti C.A.S. kararını, C.A.S.' kararlarını usulden inceleyerek, C.A.S.’da yapılan yargılamanın tarafsız, adil ve yargılama usullerine uygun olup olmadığını, delillerin hukuka uygun olarak toplanıp toplanmadığını inceleyen İsfiçre Federal Mahlkemesi’ne götürdü. İsviçre Federal Mahkemesi C.A.S.’da yapılan yargılamanın adil ve tarafsız olduğuna, delillerin tamamen hukuka uygun olduğuna karar verdi. Fenerbahçe bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıma hakkı varken her nedense bu hakkını kullanmadı. Şikeyi Avrupa’nın en yüksek yargı organında da tescil ettirmek istememiş olabilir mi?

Bütün bu kararlara ragmen İFF (İstanbul Futbol Federasyonu) Fenerbahçe ile ilgili soruşturmayı hasır altı etmeye çalıştı. UEFA’nın Fenerbahçe’ye ceza verilmesi konusunda olası bir baskısına karşılık, Fb’nin şampiyonluğunu garantiye almak ve ceza almasının önüne geçmek için İFF gereken önlemleri almaya başladı.

Fb hakkında soruşturma devam ederken futbol oyun talimatlarında değişiklikler yapmaya başladılar. Futbol Disiplin Talimatı, Müsabaka Tescil ve ödül Talimatı değiştirildi. Talimatlarda bu değişiklikler yapılırken UEFA, TFF’ye “soruşturma devam ederken futbol talimatlarında değişiklik yapılamayacağı, yapılması halinde ileride bu sürece müdahil olabileceği” konusunda iki defa uyarı mektubu gönderdi.

Zira UEFA’nın Londra ve Astana toplantılarında aldığı prensip kararlarında, UEFA’nın futbolda şike, doping ve ırkçılık konusunda asla taviz vermeyeceği ve sıfır tolerans göstereceği, UEFA’ya bağlı bir ülkede şike yapılması durumunda ülke federasyonunun şike yapan takıma ceza vermemesi, dosyayı sümen altı etmesi, sürüncemede bırakması halinde UEFA’nın devreye girerek müdahale edebileceği kararı alındı.

Şike soruşturmasının sulandırılması, sürüncemede bırakması üzerine UEFA’dan sesler yükselmeye başlayınca iyi bir Fb’li olduğu bilinen dönemin başbakanı, Türkiye’de düzenlenen UEFA toplantısında, “UEFA FB’ye ceza verilmediği için milli takıma ve klüp takımlarımıza ceza vermeye kalkarsa, gerekirse beş yıl Avrupa kupalarına gitmeyiz” demişti.

FB cumhuriyetinin o dönemki asbaşkanı Ali Koç’un bankası Uefa Şampiyonlar Ligi’ne olağanüstü rakamlarla ana sponsor olunca daha önce yüksek perdeden konuşan, Fb’ye ceza verilmezse müdahil oluruz, Türk takımlarını Avrupa kupalarından men ederiz diyen UEFA ve Platini’nin sesi bir anda kesildi.

Öte taraftan 6222 sayılı Futbolda Şiddetin Önlenmesine ilişkin yasa gereği, şike suçlaması ile tutuklanarak ceza evine giren ve suçu sabit olması halinde hatırı sayılır bir ceza alabilecek olan Aziz Yıldırım için, tarihte hiçbir zaman bir araya gelemeyecek dört parti bir araya gelerek bir günde yasayı değiştirdiler.

Derken Aziz Yıldırım’ın yargılandığı özel yetkili mahkemeler ile ilgili değişiklik yapılarak özel yetkili mahkemeler kaldırıldı. Teknik takip ve telefon dinleme ile elde edilen delillerin kullanılamayacağına karar verildi ve Aziz Yıldırım’ın yeniden yargılanarak beraat etmesinin önü açılmış oldu.

Sonuç; UEFA Tahkim Kurulu, C.A.S. ve İsviçre Federal Mahkemesi’nde şike cezası kesinleşen FB’ye Türkiye’de ceza verilmedi. Devreye girmesi gereken UEFA her nedense devreye girmedi. Aziz Yıldırım ve Fb aklandı, pürü pak oldu. Fb kumpas mağduru ilan edildi. Hatta utanmasalar kumpası Trabzonspor yaptı diyecekler ki o küstahlık damarlarında var ve bir gün onu da diyeceklerinden şüphem yok. Zira hangi camia şampiyonluğu çalınan bir takımla dalga geçecek kadar küstah olabilir ki?

Ne büyükmüş be kardeşim bu Fenerbahçe. Büyüklüğünü anlıyorum ve şapka çıkartıyorum. Gerçekten de Cumhuriyet. Fenerbahçe cumhuriyeti.

Trabzon’lu bunları gördü, tanık oldu. Peki hak aradı mı? Aramadı. Çünkü 1996’dan beri bunlara alıştı, alıştırıldı, kaderine razı edildi. Tarihte bir araya gelmemiş dört partinin bir günde anlaşarak yasa çıkarmalarına tepki gösterildi mi? Tabiki de hayır. İnsan beklerdi ki ilk seçimde iktidarı ve muhalefeti ile bu dört parti Trabzon’da sandığa gömülsün, Trabzon’lunun, Trabzonspor’lunun haklı tepkisi görülsün, sesi duyulsun.  Oysa biz Trabzonspor’u siyaset üstü ortak paydamız olarak görüyorduk.

2013 yılında İstanbul’da Spor Hukuku alanında ünlü bir enstitü’nün düzenlediği Spor Hukuku Eğitim Programı’na katılmıştım. Enstitünün kurucu üyelerine bakarken 4.ve 6.sıradaki iki üye dikkatimi çekti. Dördüncü sırada Av. Şekip Mosturoğlu, altıncı sırada Av. Cem Papila. Derken eğitim programının sonuna geldik. Ders yerine futbolda medyatik ve ünlü isimlerle söyleşi yapılmasına karar verildi. Eski ünlü futbolcular ve bazı klüp yönetici ve idarecileri geldi. Bunlardan bir tanesi de 2010-2011 sezonunda Fb’de üst düzey görev almış ünlü bir şahsiyetdi. Söyleşi devam ederken kendisine şike ile ilgili görüşleri soruldu. Arkadaşlar telefonlar kapalı değil mi diye sorduktan sonra “”yaptık arkadaşlar. Bunu sağır sultan dahi biliyor. Ayıptır ama. Gerçekten ayıptır. Adamların kupasını vermemiz lazım. Bu Fb’nin sırtında bir kamburdur” demişti.

Şimdi artık son noktaya geldik. Geçen haftalarda Trabzonspor Klübü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Maalesef bu başvuru taraf sıfatı yokluğu ve dinlenilebilir hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle esasa girilmeden usulden reddedilecek.

Trabzonspor kadrosu 2011’den sonra da dağıldı. Ekonomi günden güne kötüye gitti. Kurtarıcı olarak iktidarın adamlarına sarıldı camia. Ellinci yılda Lucescu ile şampiyonluk naralarıyla, klübe 2012 yılında üye olmuş ve iyi bir Fb’li olduğunu bildiğim Usta şaibeli bir seçimle başkan seçildi. Fb’li başkan ve Fb’li teknik drektörün iş birliği ile Trabzonspor kapısına kilit vurulmak üzereyken son anda kurtulduk.

Sonuç; sportif başarının gelmediği, borç batağına sürüklenmiş, geçmişinden ders çıkaramamış, her alanda kandırılmış, hakkı yenmiş, hakkının yenilmesine ses çıkarmayan, kaderine razı edilmiş ve kendini en çok kandıran iktidara yaslanarak başarının geleceğini zanneden bir yönetim ve camia. Sonuç yine sükut-u hayal, yine hüsran.

Son umudumuz Ahmet Ağaoğlu yönetimi geldi ve ilk başlarda gerçekten doğru işlere imza attılar. Borç batağındayken şampiyonluğa oynayabilecek, yarışmacı bir kadro kurup, klübün efsanesi Ünal hoca getirdiler takımın başına.

2018-2019 sezonunda takım tekrar, tam da zirveye oynamaya başlayınca ikinci yarının ilk maçı olan Başakşehir maçında Halil Umut Meler ile üçüncü hafta Gs maçında Ümit Öztürk çıktılar sahneye. Dur bakalım Trabzonspor! Sen yine mi dirildin, yine mi başını yukarı kaldırıyorsun. Senin başını büyümeden ezelim hele. Sonra ne me lazım bir şampiyon oluverirsin. Arkanda da böyle güçlü bir camia varken senin önünü bir daha alamayız. Şampiyon olursan nice olur İstanbul takımlarının ekonomileri. Bu tatlı pastadan sana pay vermeye niyetimiz yok.

Bir şampiyonluk daha gitti. Herşey unutuldu. Hak arandı mı? Her zamanki gibi bir kaç cılız ses, bir kaç yüksek volümden röportaj. Sonra unutuldu gitti. Alıştık. Alıştırıldık.

2019-2020 sezonunda takım açıkça, göstere göstere resmen doğrandı. Göstere göstere şampiyonluk elimizden alındı. Trabzonspor yönetimi ses çıkarmadı, çıkartamadı, çıkarttırılmadı. Damadın takımı varken seni mi şampiyon yapacaklardı? Yönetim ne kadar iyi niyetli olsa da bu borç batağında göbekten bağlı iktidara.

Benim iktidara veya muhalefete bir yakınlığım da ve zıtlığım da yok. Trabzonspor siyaset üstüdür. Her kim iktidar olursa olsun Trabzonspor ne o iktidara dayanır ne de cephe alır. Trabzonspor taraftarı hangi siyasi görüşten olursa olsun ortak paydamızdır Trabzonspor.  Trabzonspor 7 şampiyonluğu iktidarlara sırtını yaslayarak almadı fakat son 10 yılda üç şampiyonluğu iktidara güvenerek kaybetti.

10 yaşındaki oğlum Vatan Ulus, geçen sezonki Başakşehir maçında “baba ben artık sürekli haksızlık yapılan bir takımı tutmaktan bıktım” diyerek Trabzonspor’u tutmayı bıraktı. Trabzonspor aşığı bir babaya bundan daha çok koyacak bir şey olamaz herhalde.

2020-2021 sezonunda tamam bunların işi bitti artık, bir daha kafalarını kaldıramazlar derlerken, Trabzon’lu, genlerinden gelen inatla, özgüvenle tekrar doğdu küllerinden. Umutlar tekrar yeşermeye başlamışken Fb maçı öncesi kaleme aldığım yazımda üstüne basa basa hakeme dikkat edilmesi gerektiğini söyledim, uyardım. Ancak Trabzonspor yönetimi maçtan önce hakemlerle ilgili en ufak bir açıklama yapma gereği duymadı maalesef. İş işten geçtikten sonra istediğiniz kadar bağırıp çağırın. Ne Trabzonspor yönetimleri ne de Trabzonspor camiası ısrarla geçmişten ders çıkarmamaya devam ediyor.

Fb maçı kazanılsaydı, olurdu ya da olmazdı bilemeyiz fakat Trabzonspor şampiyonluk potasına girecekti. Geriden gelmenin verdiği psikolijik avantaj ile kenetlenmiş camia, arkasına aldığı rüzgarla şampiyonluğu zorlayabilirdi. Bir sezon daha kaybedildi ve bir şampiyonluk umudu daha düdüklere takıldı belki de.

Ve Trabzonspor camiası 1996’dan beri bunlara alıştı, alıştırıldı. Rahmetli Özkan Sümer’in dediği gibi “umudumuz çalındı, gururumuz çalındı, kazancımız çalındı, bize o sevinci çok gördüler, bize o sevinci yaşatmadılar, kan kusturdular.”

Trabzonspor yönetimleri ve taraftarları ayağa kalkmadıkça, yumruğu masaya vurmadıkça, hak aramadıkça, haksızlıklara alıştıkça, alıştırıldıkça bu düzen böyle devam eder.

Futbol basit bir oyundur. Eğlenceli bir oyun, bir temaşa ve sosyalleşme aracıdır. Özellikle de Trabzon gibi dünyada eşine benzerine az rastlanır bir futbol şehrinde horonu, golbastısı, 61. dakika şovları ile futbol bir aşktır. Ancak futbolu para, semaye ve çıkar olarak gören İstanbul için futbol bir eğlence ve temaşa değildir.

O yüzdendir ki UEFA haritasında şampiyonluk ışığı en doğuda yanan bu küçük ve mütevazı şehir alt yapısından çıkardığı futbolcuları, kıt kaynakları ile İstanbul sermayesine karşı zor şartlarda mücadele ediyor.

Sermayeye karşı emeğin mücadelesidir Trabzonspor. Haksızlığa asla tahammülü olmayan bir şehrin baş kaldırısı, dik duruşu, isyanıdır Trabzonspor.

Fırtınadır, devrimdir, efsanedir Trabzonspor. 230 bin nüfusuyla, kişi başı milli gelirden aldığı pay ile 57. sırada olmasına ragmen, 16 milyonluk İstanbul’a kafa tutan, İstanbul sermayesine karşı iktidarlara yaslanmadan, çalınanlar hariç 7 şampiyonluk ve sayısız kupa alan ve her türlü haksızlığa ragmen eninde sonunda tekrar alacak olan camiadır Trabzonspor.

Biz sizin gibi tepeden indirilmedik liglere. Yerel liglerde alınmış şampiyonluklarımızı yazdırmadık deftere. Lige kendi hakkıyla çıkıp düşmeyen tek takımdır Trabzonspor.

Siz futbolun ne olduğunu bilmezken futbol el kitabı yazılan şehirdir Trabzon.

İnadına ve alayına isyandır Trabzonspor. 35 yıldır şampiyonluğu engellenmesine ragmen taraftarı azalacağına artan ve sosyoloji tezlerine konu olan inadın adıdır Trabzonspor.

Siz zannediyor musunuz ki Trabzon’lu ve Trabzonspor’lu vazgeçecek. Trabzon’lunun inadı bittiği yerde yeniden başlar. Bize sökmez sizin lobileriniz, Bizans entrikalarınız.

Başaklar eğilir biz eğilmeyiz. Kasırgalar kopar biz vazgeçmeyiz.

Bıçak kemiğe dayanmıştır. Ayağa kalk Trabzon’lu, Trabzonspor’lu. Ts Clup’lere akın et, formanı çıkartma, başın dik gez, haksızlığa alışma, alıştırılma, hakkını ara, masaya yumruğunu vur, sesini çıkar Trabzonspor’lu.

Bu ülkede namusluların namussuzlardan daha cesaretli olabileceğini göster. Bu devran böyle gitmez, gitmemeli ve gitmeyecek.

Yeniden süslenecek sokaklar, asılacak bayraklar, oynanacak golbastılar, kutlanacak 61. dakikalar.

Ancak bu futbol şehrine yakışır şampiyonluklar, kupalar, kutlamalar.

96’da pes etmedik, 2005’de 2011’de 2020’de pes etmedik şimdi mi edeceğiz? Trabzon’lunun lügatında yok böyle bir kelime.

Sarılın dört elle takımınıza, kenetlenin, inanın. Yakışmaz Trabzonspor’luya karalar bağlamak.

Ne şikeleriniz yıldırabilir bizi ne hakemleriniz. Ne lobileriniz engelleyebilir bizi ne de kukla federasyonunuz. Ne sermayeniz korkutur bizi ne de iktidarlarınız.

Korkuyorsunuz ve korkmaya devam edin. Korkudur bu çirkeflikleri size yaptıran. Futbol sevgisi değil para hırsıdır sizin motivasyonunuz.

Deplasman yollarında ölenlerdir, ekmek parasını maça verenlerdir, şampiyonluk kaçtığı için intihar edenlerdir Trabzonspor. Başınızın belasıdır Trabzonspor ve olmaya devam edecek.