Devre arasında Trabzonspor kadrosuna dahil edilen Thomas Meunier, kulüp dergisine verdiği röportajda “Ben futbolu bir sanat gibi görüyorum. Yapabildiğim en iyi sanat tabii ki futbol. 25 yıldır bu sanatı icra ediyorum” dedi.

Eski tarzda ama Modern yeteneklere sahip bir oyuncuyum” diyen Thomas Meunier, “Sahada beni sinirlendiren bir şey var, kendini atan ya da hiç kimse değmediği halde 2 dakika boyunca ağlayan oyuncular. Bunu kabul edemiyorum. Bazen o oyuncuyu tutup ayağa kaldırmak istiyorum. Hilecileri sevmiyorum. Her zaman da böyle oldu” şeklinde konuştu.

İşte Meunier'in röportajı;

Geçen yıl, aralarında Barcelona da olan dev kulüplerle transfer için adın geçiyordu. Trabzonspor’a transferin nasıl gerçekleşti ve milli takımdaki durumuna da bakarak, bu tercih senin için büyük bir meydan okuma anlamına mı geliyor?

Ocak ayında birkaç transfer teklifi almıştım. Ben de bunları Borussia Dortmund'a sundum. Maalesef kulüp tüm teklifleri reddettiler. Benim için de ilginç bir durumdu çünkü o an Dortmund’da 4 sağ bek vardı. Ama günün sonunda ayrılmamı istemediler. Ancak 10 gün sonra bu kez kulüpten ayrılabileceğimi söylediler. Transfer döneminin kapanmasına birkaç gün kalmıştı. Açıkçası kulübün yaptığı çok adil bir durum değildi. Ama ben hep saygılı olup hiçbir şey söylemedim. Ve bir kulüp bulmak zorundaydım. Çünkü planım mümkün olan en fazla sürede sahada olmak ve Belçika Milli Takımı ile Avrupa Şampiyonası'na katılma hayalini canlı tutmaktı. Plan; her maçta oynamak, sağlıklı kalabilmek, kazanmak, ritim tutturmak, çünkü bu da sürecin bir parçası. Ve yine etrafımda pozitif bir atmosfer ve enerji bulunmasını sağlamak da hedeflerim arasındaydı. Ve Trabzonspor da doğru zamanda geldi ve o anda benim için hem en iyi fırsat ve en iyi çözümdü. Doğrusunu söylemek gerekirse de hiç pişmanlık duymadım. Harika bir oyuncu grubumuz var. Doğru mantalite doğru disiplin. Takımla daha ileriye doğru yol alabilmek için sabırsızlanıyorum.

Önemli kulüpler niye seni tercih ediyor, hangi özelliklerinin tercih sebebi olduğuna inanıyorsun?

Sanıyorum ben sahada eski usul tarzda ama modern yeteneklere sahip bir oyuncuyum! Asla pes etmem. Her maçta 12-13 km civarında koşarım. Hep takımı düşünürüm. Kendimden çok fedakârlık yaparım, çünkü bazen biraz daha fazlasını yapmaya, kişisel bir bakış açısıyla maçı değerlendirmeye çalışırım. Ama önceliğim hep takım arkadaşlarımın, pozisyonlarını dışına çıkmış olanların açıklarını kapatmaktır. Gerçek bir takım oyuncusuyum. Farklı takımları ikna eden şey de bu diye düşünüyorum. Club Brugge, PSG, Dortmund gibi kulüpler örneğin, kulübe bir şey katabileceğimi biliyorlardı. Sadece istatistik, gol atarak ya da asist yapmak ile ilgili bir durum değil bu. Çünkü ben 10 numara ya da 9 numara pozisyonunda oynamıyorum. Ben bir savunma oyuncusuyum. Ama günümüzde bir savunma oyuncusu olmak artık sadece savunma yapmak demek değil, bundan daha fazlası. Ben de her duruma, her taktiğe, her antrenöre adapte olabiliyorum. En güçlü yönüm de bu, takıma ve birlikte oynayacağım oyuncuya adaptasyonum.

Kısa ve uzun dönem hedeflerini öğrenebilir miyiz?

Uzun dönemden bahsedecek olursak, 18 aylık bir kontratım var. En az Haziran 2025'e kadar Trabzon'da olacağım. Bu benim için artık uzun dönem demek, çünkü 22 yaşında değilim. Eylül ayında 33 olacağım. Sona başlangıçtan daha yakınım. Bu tarz bir tecrübenin de tadını çıkarmalıyım. Açık görüşlü birisiyim, Belçika'da, Fransa'da, Almanya'da oynadım. Yeni mücadeleler tanıyabilmek benim isteklerimden biriydi. Sonrasında da Türkiye'ye gelme imkânım oluştu. Bu İspanya, İtalya, Rusya ya da herhangi bir yer de olabilirdi. Ama burada Trabzon'da doğru kararı aldığımı düşünüyorum. Çünkü tesisleri gördüğümde, teknik ekibi gördüğümde, kulübün etrafındaki ve kulübün içindeki insanları gördüğümde, çoğu şeyin mükemmele yakın olduğunu görüyorum. Hedefleri olan bir kulübün de sahip olması gereken ortam bu. Şampiyonluklar, kupalar, Avrupa kupaları kazanmak istiyorsanız olması gereken bu. Benim için bu da önemli, konu sadece birkaç hafta orada olup sonra görüşürüz demek değil. Oynadığım her kulüpte kontratımın sonuna kadar devam ettim. Ben hep uzun dönemde düşünülen, kullanılan bir kişi oldum. Planım da bu. Eğer burada 2-3-4 yıl kalacaksam her şey istediğim gibi olmalı. Şu an içinde olduğum ortam da tam böyle bir ortam.

Forvet oynarken sağ beke geçme sürecini anlatır mısın, senin tercihin miydi? İhtiyaç halinde yine forvet oynar mısın?

Her zaman, kariyerimin sonuna gelmeden tekrar santrafor oynamak istiyorum demiştim. Ya da en azından bir hücum pozisyonunda. Çünkü bu kanımda var. 7 yaşında futbola santrafor olarak başlamıştım. 23-24 yaşına kadar da santrafordum. Sol kanat, sağ kanat, 10 numara, 9 numara, yani her pozisyonda oynadım. Ve bu bölgelerde fark yaratıyordum. Birçok gol attım, asistler yaptım. Ve aynı zamanda da bir 6 numaranın yeteneklerine de sahiptim çünkü durmaksızın koşabiliyordum. Bazen kaybolmuş gibi değil de çünkü biraz negatif duruyor, her yere koştuğumdan dolayı pozisyonumu kaybediyordum. Benim için, hücum kabiliyetlerime zarar vermeden, en doğru pozisyonu bulmaya çalıştılar. Ve bence sağ bek pozisyonu da doğru bir seçimdi. Çünkü dominant bir takımda oyun kurulumunda yer alma imkânım vardı. Hem asist yapma hem gol atma imkânım da vardı. Çünkü Club Brugge'de, PSG'de, ya da Borussia Dortmund ve Milli takımda bile, hep dominant taraf bizdik. Trabzonspor ile de durum aynı. Hep topun hakimiyeti bizde. Ve birçok da gol pozisyonu yaratıyoruz. Burada oynadığım maçlarda birkaç kez ceza sahası içinde ortayı bekler haldeydim. Bu içimdekini asla kaybetmeyeceğimi düşünüyorum ve tabii ki bu da bana yardımcı oluyor. Çünkü hâlâ hücum kısmı beni çekiyor. Eğer 90 dakika boyunca çok derinde ve defansif oynamamız gerekse bu benim için çok zor olurdu.

Bir haberde senin için şöyle yazıyor: “Meunier, Lüksemburg sınırı yakınında pencere ve ön cam üreten bir fabrikada çalışırken ve futbol kariyeri ikinci plandayken kendini gerçek tutkusuna adadı: Sanat...” Fabrikada ne kadar çalıştın, zor muydu? Ve sanat tutkunu biraz anlatır mısın?

Okuldayken muhasebe üzerine okuyordum. Sonrasında da okulumu değiştirdim. Sıfırdan başlamak ve yeni bir şey keşfetmek istedim. Bu yüzden de sanat üzerine okuma tercihini yaptım. Kendim de bilmediğim bir yönümü görmüş oldum. Sahada yaratıcı olduğumu biliyordum çünkü topla oynamak, hareketler, Ronaldinho ve o tarzdaki, onlarla büyüdüğüm Brezilyalı oyuncular gibi yetenekler sergilemek benim için bir zevk. Sınıfta da kendimi çizim yaparken, resim yaparken bulmuştum. Yetenek, yaratıcılık ve orijinallik ile ilgili bir konuydu. Bir özgürlük gibiydi, biraz da sahadaki özgürlük gibi. Fikrini kullanıp onu kâğıda dökebilmek, ya da bir tuvale. 3 yıllık bir sanat okuma imkânım vardı. Ve hala da çok ilgiliyim. Harika bir öğretmenim vardı ve işini tutkuyla yapardı. Bir öğretmenle böyle bir bağ kurduğunuzda bu çok önemli oluyor. Çünkü konu sadece akademik olmak ya da resmi olmak ile ilgili değil. Sınıfın tamamında da bu vardı ve çok iyi bir enerji oluşmuştu.


Sonrasında da fabrikada çalışmaya başladım. Çünkü Belçika'da 3. Lig'de oynayan bir oyuncuydum. Okulu bitirmiştim, bütün sınavlarımı tamamlamıştım. Annem ve babam için de hiçbir şey yapmadan evde durmak ve sadece akşam üzeri olacak olan antrenmanı beklemek çok mümkün değildi. Çünkü 3.Lig'de işler çok profesyonel değildi. Bir yerde çalışmak zorundaydım. Evime 2 dakika uzaklıktaki fabrikaya gitmiştim. Birkaç ay, Club Brugge'e transferime kadar orada çalıştım. Orada eğlenmiştim de çünkü iyi ve genç bir grubumuz vardı. Pazartesinden cumaya kadar onları fabrikada görüyordum. Sonrasında cumartesi günü de onlar beni ilk kulübüm olan RE Virton'da izlemek için geliyorlardı. Dolayısıyla çok hoş bir dönemdi.


Benim için en iyisi futbol, çünkü ben futbolu bir sanat gibi görüyorum. Yapabildiğim en iyi sanat tabii ki futbol. 25 yıldır bu sanatı icra ediyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse çizim yapmayı, grafitiler çizmeyi seviyorum. Bazen de masanın başına çocuklarımla geçiyorum ve ben çizmeye başlayınca onlar da aynısını yapıyorlar. Sanat aynı zamanda başkalarına aktarabileceğiniz de bir şey.

Haaland, Neymar, Buffon, Hazard, De Bruyne, Mbappe, Bellingham, Di Maria, Cavani ve daha birçok yıldız isimle birlikte oynadın. Özellikleri ve bize anlatabileceğin onlarla birebir yaşadığın hatıraların var mı?

Saydığınız gruptaki tüm oyuncularla beraber oynadığınızda neden farklı olduklarını anlıyorsunuz. Mantaliteleri, yetenekleri, kişilikleri, karakterleri, hepsi farklılar ama günün sonunda hepsi aynı gruptalar çünkü onlar özeller. Örneğin Neymar, gördüğüm en iyi oyuncu. O sanki Maradona ve Pele'nin birleşimi gibi. Gördüğünüzde 'wow ilk kez böyle bir şey görüyorum’ dedirtiyor. 15 yıldır profesyonel olarak futbolcu da olsanız, sizin o ana kadar sahada yapılabileceğini dahi tahmin etmediğiniz şeyleri yaparken görüyorsunuz. Örneğin Haaland, Bellingham, bence çılgın yeteneklere sahipler, örneğin Di Maria, De Bruyne, Eden Hazard. Çok fazla isim verebilirim. Hepsi özel bir şeye sahipler. Onları tarif etmek zor ama farklı olduklarını görüyorsunuz.


Konu sadece profesyonel bir futbolcu olmak değil, onlar oyunu yeniden icat ediyorlar, oyunu oyun haline getiriyorlar. Onlar bir pas verdiklerinde, bu ya da şu oyuncunun verdiği gibi bir pas olmuyor. Ama onlar da profesyonel futbolcular. Diyorsunuz ki; bu adam nasıl sonraki hamleleri görebiliyorken diğeri topu kontrol etmekte zorlanıyor. Ama ikisi de profesyonel! Yapılması gereken bir analiz bu. Düşünme şekilleri, beyinleri, bence onları özel yapan şeyler komple bir paket halindeler. Tarif etmesi gerçekten zor. Çocuklarıma ya da arkadaşlarıma bu türden bir adamla beraber oynadığımı mutlulukla söyleyebilirim. Belki ben de başka birisi için özel bir oyuncu olabilirim. Ama onlar da benim için özel oyuncular. Onlar futbolculuğun doruk noktası. Ve ben de bu yolculuğumdan gurur duyabilirim.


Antrenör olsan, birlikte oynadığın en iyi oyunculardan bir 11 kurmak zor olur muydu? Nasıl bir 11 kurardın?

Öncelikle asla bir antrenör olmayacağım. Eğer en iyi ilk 11'imi vermem gerekirse, zor bir soru. Çok fazla oyuncuyla birlikte oynadım çünkü. Şöyle bir 11 olabilir yine de:

"Cortois, Meunier, Thiago Silva, Vermaelen, Eren Elmalı, Motta, Bellingham, Neymar, Hazard, Mbappe, Haaland.”

Farklı ülkelerde maçlara çıktın, Türk futbolunu onlara göre kıyaslayabilir misin?

Almanya ile başlayacak olursam, bazen çok resmi, çok akademik futbol oynandığını, o sihirli dokunuşun eksik olduğunu görüyorsunuz. Lige bakacak olursanız eğer, genç yeteneklerde, örneğin Musiala, Leverkusen'den Wirtz, ama sonrasında bu kadar olduğunu görüyorsunuz. Stadyumda insanların görmek istediği o sihirli dokunuşun eksikliğini hissediyorsunuz. Bence çok resmi ve çok fazla disiplin var. Doğaçlama ve spontane oynamaya artık yer olmadığını görüyorsunuz. Fransa bence en komple haldeki futbola sahip. Hem o tarzda yetenekleri var hem de taktik açıdan çok iyi birkaç antrenör var. Ve aynı zamanda da çok fiziksel bir lig. Bence en zor lig Fransa Ligiydi. Belçika'da ise, en iyi 4-5 takım ile diğerlerinin arasındaki fark oldukça büyük, eğer dengeli bir lig bakımından değerlendirecek olursak. Ama konu para ve finans ile ilgili. Çünkü RSC Anderlecht, Royal Antwerp FC, Club Brugge KV, bu tarzdaki takımlar kolaylıkla fark yaratabiliyorlar, çünkü bu takımlar büyük liglere büyük takımlara kolaylıkla oyuncu satabiliyorlar. İngiltere'ye, İspanya'ya, her yere. Dolayısıyla ligi domine edebilmek onlar için daha kolay. Bu da aynı zamanda Belçika Ligi'nin iyi bir lig olduğunun kanıtı. Çünkü her zaman 20-25-30 Milyon Euro'ya oyuncu satışı yapabiliyorlar. Henüz bu ocak ayında bir oyuncuyu Brentford'a 37 Milyon Euro'ya sattılar. Bu aynı zamanda da scouting üzerine iyi çalıştıklarının bir kanıtı. Aynı zamanda da oyun kalitesi olarak, kendinizi kolaylıkla içine atıp tüm dünyaya ne kadar iyi olduğunuzu gösterebiliyorsunuz. Belçika'da çok başarılı olmuş birçok ismi örnek gösterebilirim. Daha büyük bir kulübe geçiş yapabilmek için iyi bir lig olduğunu düşünüyorum.

Asla affetmeyeceğin şey nedir?

Hala kabul etmediğim, saygısızlık olarak gördüğüm şeyler var. İnsanlık açısından bahsediyorum. Sosyal medya ile işler yanlış ilerliyor. Sabah attıkları ilk adımdan, gün sonuna kadar hakaret eden insanlar var. Twitter’da, Facebook'ta, Instagram'da insanlara hakaret ediyorlar. Konu parasının olduğunu göstermesi, kibirli olmaları. Bence insanlar hayatın temelini unutuyorlar. İnsanlara karşı kibar olmak, paylaşmak, başkalarına yardımcı olmak. Eşimle birlikte çocuklarımıza öğretmek istediğimiz de bu. En iyi anda doğduğumuzu düşünüyorum. Bu yüksek teknolojili şeylere geçiş aşamasında doğduk. Sosyal medya ve internet gibi. Onları eğitirken de biraz eski usule göre hareket ediyoruz. Umuyorum da bu işe yarayacak ve insanlara saygılı olmaları gerektiğini anlayacaklar. Hiçbir şeyin bir ödül gibi verilmediğini, istedikleri hayat için çalışmaları gerektiğini anlayacaklar. Ben de bu şekilde eğitildim, onların da bu şekilde olmalarını istiyorum. Ama tüm konunun insanlara saygılı olmaktan geçtiğini düşünüyorum.

Rakiplerin maçtaki hangi davranışını kabul edilemez olarak değerlendirirsin?

Futbolda, yarışmanın içinde rekabet de var. Takım olarak oynuyoruz ama içinde bireyler de var. Rekabet de var tabii ki, kulübede ya da tribünde sabırlı olabilmek, kendin için doğru anı beklemek kolay değil. Bazen, hepimizin aynı olmadığını da anlayabiliyorum. Bazen iş biraz daha öteye gidebiliyor, tartışmalar yaşayabiliyorsunuz, küçük bir kavga da yaşanabiliyor. PSG, Brugge, Trabzonspor, Dortmund'da oynadım, ancak iyi ki hep sorunların olduğu bir takımın içinde hiç bulunmadım. Bazen maçları kaybedebiliyorsunuz, insanlar baskı altına girebiliyor. Havada biraz gerginlik olabiliyor. Sonunda her şey yerine oturuyor.

Ama sahada beni sinirlendiren bir şey var, kendini atan ya da hiç kimse değmediği halde 2 dakika boyunca ağlayan oyuncular. Bunu kabul edemiyorum. Çünkü sanki biri ayağınızı kırmışçasına ağlayıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp devam edemezsiniz. Bu hile yapmaya girer. Bu hakemlerle, rakiple, takım arkadaşlarınızla oynamaya, aldatmaya girer. Bu tarz davranışları sevmiyorum. Bazen o oyuncuyu tutup ayağa kaldırmak istiyorum. Ama bu durumda kart göreceğim için kendimi tutuyorum. Ben adil oyunu seviyorum. İyi bir agresiflik, iyi bir müdahale, bu tarz durumlarda her şey mümkün. Futbol bir temas sporu. Bazen fiziki, agresif olmak zorunda, ama bu terim olumlu açısından değerlendirilmeli. Hilecileri sevmiyorum. Her zaman da böyle oldu.

Unutamadığın maç ve unutamadığın gol-asistlerin var mı, hangileri?

Bunu YouTube'da da izleyebilirsiniz. En güzel golüm 3.Lig'te oynarken, Rabona tarzıyla attığım goldü, inanılmazdı. Profesyonel futboldaki PSG forması ile attığım ilk gol de çok güzeldi. Rabiot'tan bir orta gelmişti, vole ile 90'a vurmuştum. Durum 2-2'ydi ve biz de 3-2 kazanmıştık. Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk maçımdı o yüzden inanılmazdı. Dünya Kupası'nda Belçika ile Japonya'yı 3-2 yendiğimiz maçta Nacer Chadli'ye yaptığım asist ve İngiltere'ye karşı 3.lük maçında attığım gol, milli takım ile yaşadığım en yoğun hatıralar çünkü kendi ülkeniz adına oynamak çok özel bir duygu.

Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı? Şimdi bunlara yeni isimler eklendi mi? İsim verebilir misin?

Benim eski idollerim, eski Brezilyalı oyuncular. 1998'den 2010'a kadar. Ronaldinho, Rivaldo, Robinho, Brezilyalı Ronaldo. Bu oyuncular futbol hakkında hayal kurmamı sağladılar. Tüm gün videolarını izleyip sonrasında bahçeye gidip aynısı yapmaya çalışırdım. Onlar bana futbolu sevdirdiler. Brezilyalı oyuncular ve Van Persie, Rooney, Van Nistelrooy gibi oyuncular, aslında gördüğünüz gibi hepsi hücum oyuncuları çünkü eskiden ben de öyleydim. Ama yeni idol olarak, Jude Bellingham, eğer kariyerime baştan başlasaydım olmak isteyeceğim oyuncu olurdu. Her şeye sahip, mükemmel bir oyuncu. Neden Real Madrid'de olduğunu anlayabiliyorum. Birini aldıklarında ne yaptıklarını biliyorlar. Bellingham gibi birini aldığınızda çok değerli bir şeyi aldığınızı biliyorsunuz. Ayrıca Mbappe, Haaland, diyebilirim. Hepsi ofansif oyuncular. İzlemesi zevkli birçok oyuncu var, örneğin Juventus'tan Chiesa, Arsenal'den Martinelli, yine Rashford, bunlar antrenör olarak isteyeceğiniz oyuncular. Ben de onları oynarken izlemeyi seviyorum.

Seni maç öncesi en çok ne motive eder veya baskı altına alır?

Hiç baskı altında hissetmem. Artık buna alıştım. Benimle ilgili tek sorun bazen odak noktamı kaybedebiliyorum, bir anda gidebiliyor. 90 dakika boyunca odaklanmak benim için zor olabiliyor. Yıllar boyunca kontrol etmeye çalıştığım ama her gün daha iyiye giden bir durum bu. Çünkü her zaman yüksek şiddette oynuyorum. İstatistiklerime baktığınızda hep yüksek şiddetli bir maç görürsünüz. Bazen henüz 20 dakika olmuş olmasına rağmen yorgun hissedebiliyorum. Geri dönüp tekrar maça girebilmek için zamana ihtiyacım olabiliyor.

Beni motive eden şeyse, taraftarlar. Çılgın taraftarlarla birlikte harika maçlarım da oldu. İçerik de bazen bunu sağlayabiliyor. Örneğin PSG-Barcelona maçları. Bunlar asla unutmadığınız anlar. Çünkü herkes aynı havada. Burada Trabzon'da da stadın dolu olduğu, o enerji çok özel. Bu sizi, rakibi bitirmek, harekete geçmek için ateşliyor.

Lakabın var mı?

Lakabım Mills. 12-13 yaşlarındayken başlamıştı. Prison Break dizisi ile. Orada oynayan aktörün ismi Wentworth Miller. Miller da Meunier'ın İngilizce tercümesi. Kel değildim ama saçımın tamamını çok kısa bir biçimde tıraş etmiştim. Onunla tamamıyla aynı yüze sahiptim, mavi gözler, aynı saç tıraşı, beyaz bir yüz, o yüzden bu lakabı taktılar bana.