Bu hafta deyim yerinde ise tam bir Trabzonspor haftası oldu.  Önce Mersin İdman Yurdu maçı ile ligde biraz nefes alındı ve güven sağlandı. Sonra, Antalyaspor’la kupada oynanan maçta galip gelinerek gurubu birinci bitirmek garantilendi.  Son olarakta 1461 Trabzon, Galatasaray’dan sonra Fenerbahçe’yi de yenmeyi başardı.  Yaklaşık 1.5 senedir haksızlıklar ve saldırılar karşısında kıvranan ama pes etmeyen Trabzon şehri bu hafta mücadeleye devam edilmesi gerektiğini tekrar gördü.

Öncelikle Mersin maçından başlarsak, Trabzonspor takımı yavaş yavaş kendisine gelecek izlenimi veriyor. Tolunay hocanın bir kaç denemesinden sonra karar verdiği oyun şablonu “gol yeme, atmasanda olur” gibi görünüyor.  Bunda da pek haksız sayılmaz çünkü  Bamba ve Zokora ile girdiği macera sonucunda iki maç üst üste kaybedince aklı başına geldi. Bu seferde nerede ise tamamen defas oyuncularından kurulu bir takım sahaya sürerek zorda olsa Mersin İdman Yurdu’ndan üç puan almayı başardı.  Aynı şekilde Antalyaspor maçında da aşırı kontrollü bir oyun ile sonuca gitmeyi seçti ve kazandı. Kazanan haklıdır derler ama bunun devamlılık göstermesi önemli.  İdmanlarda ve maçlarda takımın ne kadar kırılgan olduğunu görmüş olacak ki Serkan’ı sağ açığa çekip ortasahayı da üç önliberolu oynatmaya karar verdi.  Bu oyun stili ne Tolunay hocanın kafasındaki sisteme ne de Trabzonspor’un genlerine uygun ama takımın kırılganlığının yok edilebilmesi için başarılı olabilecek bir sistem. Tolunay hocanın dediği gibi bu sistem devamlı başarılı olunabilecek bir sistem değil.  Takım özgüven kazandıkça eski çabuk oyun tarzına yavaş yavaş dönecektir.

Tolunay hocanın bu temkinli oyun sistemini şimdilik kaydı ile doğru buluyorum ama Emerson ve Adrian’ın takımdan bıçak gibi kesilmesini pek anlayamıyorum. Hadi Emerson ile Cech arasında bariz kalite farkı yok diyelim.  Fakat, Adrian formunun zirvesinde iken takımdan kesilmemeliydi.  Hem yaş olarak Sapara’dan daha genç hemde daha kaliteli bir ayağı var. Kupa maçlarındaki başarısı ortada iken kupada bile oynatılmaması biraz abes oldu.  Inşaallah Tolunay hocaya karşı bir hataları yoktur. Biliyorum ki Tolunay hoca özellikle disiplin konusunda pireye kızıp yorganı yakabilecek bir teknik adam.  Şu anki sistemle ilgili en çarpıcı durum ortasahası yetenekli olan takımlara karşı başarılı olma şansının olmamasıdır. İnşaallah Beşiktaş maçı ile birlikte oyun stilini normale dönüştürebiliriz aksi takdirde seri malubiyetlerin alınması yüksek bir olasılık.

Gelelim 1461 Trabzon’un cengaverlerine…  Bu çocuklara ne kadar teşekkür etsek az.  Camianın tek gurur ve onur kaynağılar şu anda.  Hem Mustafa hoca hemde oyuncular iyi niyetle ve yeteneklerine inanarak oynuyorlar. Bunu da bir sistem dahilinde yaparak herkesin dudaklarını ısırmasına sebep oluyorlar.  Fenerbahçe maçında iki defa geriye düşmüş olmalarına rağmen sistemlerinden ödün vermeden ve korkmadan oynayarak amaçlarına ulaştılar.  Bu azim ve özgüvenleri ile abilerine çok iyi örnek oldular.  Göze çarpan oyuncu sayısı o kadar çoktu ki burada isim verip unuttuklarımı üzmek istemem.  Sercan ve Eren gibi iki önemli oyuncusunu ve defansından Abdullah’ı kaybetmiş olmalarına rağmen hem uyumlu hemde kuvvetliydiler.  En büyük teşekkürü tabiki Mustafa hocamız hakediyor.  Takımın kısıtlı imkanlarına rağmen kendi liginin üstünde bir performans ile oynamasını sağlayarak hem futbolcu kardeşlerimizin kariyerlerine hemde Trabzonspor’a büyük katkı yapıyor.  Mustafa hocanın “duran insan düşer” lafı ise çok güzel bir kafa yapısına sahip olduğunun en güzel göstergesiydi.  Tekrar tebrikler hocam.  Bu takımdan Zeki ve Abdullah geldi ama Yusuf, Mustafa, Gökhan, ve Fatih de  A takım için hazır görüntü verdiler. Kalecimiz Onur’un başka takıma transferi durumunda Fatih Tolga abisinin çok iyi bir yedeği olabilir.

Trabzonspor camiası 1461 Trabzon takımına sahip çıkmalı. Hiç bir şartta bu takımı elden çıkarmamalı.  Talimatlar gereği bir üst lige çıkamıyormuş. Olsun, süper ligte iki takımımızın olmasının zaten bu camiaya bir getirisi yok.  Bu takımın kuruluş amacına ters olur zaten.  1461 Trabzon 1. ligte kalmalı ve Trabzonspor’un tütmeyen bacası olmalı.  Karşılıklı futbolcu alışverişi ile gerçek anlamda bir “scout”  takımı olmalı ki boş transferlere büyük paralar harcanmasın.

Gelelim el sıkma yada sıkmama olayına. Öncelikle 1461 Trabzon takımı yöneticilerine Göksu’yu kaptan yaptıkları için tebrikler. Çok akıllı bir karardı. Eminim, bu kararın en büyük amacı Göksu’nun elini uzattığında bir tepki alınıp alınmamasını kontrol edebilmekti. Eger Fenerbahçe’li oyuncular ilk maçtaki gibi Göksu’nun uzattığı eli sıkmasalardı, Göksu’nun takım arkadaşları da diğer FB’li oyuncuların ellerini tutmayacaklardı.  Muhteşem bir zeka ile bu sorunu ortadan kaldırıp sporun sadece spor olarak kalmasını sağladıkları için tekrar teşekkürler. Ayrıca, bir kaçı hariç Fenerbahçe’li oyuncularda hep oyunu ön planda tutup gerilimin artmasına engel oldular. Onlara da tebrikler. Ekranda göremedim ama 1461 Trabzon takımını alkışladığı söylenen Fenerbahçe’li taraftarlara da çok teşekkürler.

Bunlar çok güzel şeyler ama sahada çok kötü niyetli ve korkak birisi vardı.  Maçın hakemi ilk yarıda 1461 Trabzon takımının bir bariz penaltısını ve çok önemli bir noktadaki serbest atışını vermeyerek, Fenerbahçe yorumcusu olan Gürcan Bilgiç’i bile sinirden güldürdü.  Bir ara Gürcan bey “bu faulü nasıl vermiyor anlamıyorum” deyiverdi. Fenerbahçe’nin kaybedecek hiçbir şeyi yokken ve oyunun kırılma noktalarında bile değilken hakemin işini sağlama alması Fenerbahçe’li yorumcuları bile imana getirebiliyorsa, demekki Türk futbolunun 3 Temmuz’u yarım kalmış demektir.

3 Temmuz’da bir çok futbolcu, teknik adam, ve yönetici sorgulanmış iken bir hakemin bile sorgulanmayışı. Bırakın sorgulanmayı, bilgilerine dahi başvurulmamış olmaması çok büyük bir hatadır.  Türk futbolu 3 Temmuz ile aleni yapılan pislikleri önlemiş olabilir ama hakemler ile yapılan oyunları malesef silememiştir.  Türkiye’de hakemlerin belli bir standardı yok.  Aynı hakemin maçtan maça hatta maç içerisinde bile standardı yok ise, asıl sorunun hakemlerden kaynaklandığı açıktır.

Sadece son zamanlarda olan iki tükürük vakasını incelersek bile bu dengesizliği ve standardsızlığı görmek mümkün.  En son Fatih Terim’in ve teknik ekinin tiribüne yollanması ve hakem raporuna hakaret edildi yazılması ile Mehmet Topuz’a kırmızı kart gösteren Fırat Aydınus’a sahanın içine koşarak tepki veren Aykut Kocaman’ın PFDK’ya bile sevkedilmemiş olması başlı  başına bir tezattır.  Aynı şekilde Şenol Güneş’te hakeme itirazdan tribüne yollanmış ve 5 maç ceza alıp yerine oturtulmuştu.   TFF’nin ceza veren kurulları ile hakemler belli bir standardı ve eşitliği tutturamadığı sürece Türk futbolunda pisliği yapan karlı olmaya devam edecektir.

Belki Fenerbahçe’liler UEFA’ya çok kızdılar ama alınan son ceza bir standardın sonucudur. Bir maç taşkınlık yaparsın para cezası gelir. Bir daha yaparsın, seyircisiz maç oynarsın. Yine yaparsan, kupalardan men alırsın ama ertelenir. Bir daha yaparsan bütün cezaları sonuna kadar çekersin. Eğer Fenerbahçe taraftarı takımlarına zarar vermek istemiyorlarsa, bundan sonraki hiçbir Avrupa maçında taşkınlık yapmamalılar. Avrupa arenası başkadır. Türkiye’de sahaya girersin, güvenlik görevlilerini döversin ama “davetiye dağıtıyordum” dersen  bir şey olmaz. Sonra dışarı çıkıp polise saldırırsın, benzin istasyonu yakarsın ama  “hava çok soğuktu ısınmak istedik dersin” yine bir şey olmaz.  Yanlız, Avrupa’da aynı davranışları yaparsanız eloğlu gözünün yaşına bakmaz.

Türkiye gibi kanunun değilde güçlülerin sözünün geçtiği ülkeler sorunlarını çözmekte hep çok geç kalmışlardır. Kendi tarihimizde bile örnekleri mevcutken hala güce tapan bir nesil yetiştiriyoruz. Son elli yıldır nerede ise Türkiye’ye fikir bazında yön veren üniversitelerimiz bile bu “güce tapan” sistemin esiri olmuş durumda.  Bunun en son örneğini Okan Üniversitesi Aziz Yıldırım’a yılın spor adamı ödülünü vererek gösterdi.  Ödül alan insanlara yada kuruluşlara bakıldığında seçimlerin üniversite öğrencileri tarafından yapıldığını düşünmüyorum. Böyle dengesiz kararların üniversite gençliğinden çıkmış olabileceğini bir üniversite ögretim görevlisi olarak kendime yediremiyorum.  Bu ödüllerde de şike olmasa da teşvik var gibi…

Ne diyelim, yılın büyük bir bölümünü hapiste geçiren birisine yılın spor adamı ödülünü layık görenlere benden büyük bir tebrik.  Bu ödülü alıp öğrencilere “korkmadan yaşayın” diyen sayın Aziz Yıldırım’a ise daha büyük tebrik.

Kısa Oyun:
EB: Küfür etsem ben söylerim.
TM: EB’nin küfür ettiğini duyan yok ama görüntüleri izledim. Küfür etmemiş dersem bunu kimseye açıklayamam…
ÖT: EB’nin çok iyi performans göstermesi bazılarının zoruna gidiyor o yüzden böyle yapıyorlar. Keşke ŞA Türkçe bilmeseydi.
K. Kulübü: Yayıncı kuruluştan aldığımız görüntüler ile birlikte TFF’ye EB’nin PFDK’ye verilmesi için  başvurduk.

Artık oyunda adı geçen kiş ve kurumları da siz bulun. Nasıl olsa Türkiye’de oyun hem saha içinde hemde saha dışında oynanıyor.

Sevgiyle kalın…