İlk yarı güzel oynayan, saldıran bir Trabzonspor vardı. Elazığ savunmaya yatmıştı, bu fırsat bulamadığındandı belki, belki de ligde kötü giden bir seriye sahipti. Bunun sağladığı bir çöküşte olabilir. Tezahüratlar harikaydı. Herkes gol bekliyordu. Taraftarlar, tabi ki başta ben, “bir an önce gol atalım rahatlayalım” mantığıylaydı. Ve dakika 27’de Yusuf’un ısrarları golü getirdi. Sevinemeden sakatlandığı için dışarı alındı. Sevincimiz kursağımızda kaldı.

Neyse ilk yarı bitti, ikinci yarıya büyük umutlarla başlamışken algılayamadığım Elazığ atakları geldi. İtiraf ediyorum korktum gol gelecek diye ve zaten fırsattan istifade pat penaltı kararı!

Şaşırdım mı tabi ki de hayır. Bizim mantığımızdır ya hep en kötüsünü düşüneceğiz. O an tamam dedim gol geldi, bakamıyorum. Gözlerimi açtığımda Onur’un müthiş kurtarışlarını gördüm. Kalesinde devleşen bir kaleci. Geçen bir yazıda da söylenildiği gibi; efsanesi kaleci olan bir takımın kahramanı. Bu söz anlatılacak olan her şeyi anlatmış gibi.

Bu dokunuş bizi kendimize getirdi ve ardı arkasına gelen gollerin başlangıcı oldu. Uzun zaman oldu böyle sevinmeyeli.

Diyenler olacaktır, Elazığ’ın da ligde ki durumu belli. Ama bu maç en azından moralimizi geri getirdi. Biz orda ‘penaltı atamıyorsak kimsenin de atmasına izin vermeyiz’ dedik. Hiç kimsenin beklemediği bir anda ki başkaldırışımız!

Kim takar Pazartesi sendromunu Trabzon’um yenmiş, pazartesi benden korksun…

Ve dokuz yaşında ki yeğenimin dediği gibi; bıktım senden hakem…

Son olarak Mustafa’ya 3 maç ceza verildiyse Bilica’ya ne kadar verilecek merakla bekliyorum.